Kabadayılık, nobranlık, darp, şiddet ve daha nicesi artık sıradanlaşan olaylar haline geldi. Derler ki, “Köpeksiz köy bulup değneksiz geziyorsun!” Bu ne şiddet, bu ne asabilik, bu ne kural tanımazlık Allah aşkına… Öğretmene şiddet, sağlık çalışanına darp, doktora dayak, polis ve bekçiye direnmek; ne ara sıradan davranışlar haline geldi? Bu kendini bilmezler kimden ve nereden güç alıyor?
Asker eğlencesinde polise direnç gösterip ortalığı birbirine katan mı, çocuğuna rapor vermediği için kadın doktoru darp eden mi, öğretmene çocuğuna kızdı diye dayak atmaya kalkanı mı ararsınız?
Demirel döneminde seçim vaatlerinden birisi “Karakolların duvarlarını camdan yapacağız” şeklindeydi. Bu sloganla kast edilen karakolların, yasal uygulamaların dışına çıktığı iddiasıyla her şeyin yasal çerçevede yürüdüğünü anlatmaktan ibaretti. O yıllarda bazı uygulamalar sebebiyle şikayetler yükselmeye başlamış o sebeple bu şikayetlerin önünü almaya yönelik, bir demokratik hukuk devleti vurgusu içeren vaatlerden birisi… Ancak bazen şeytan insanı dürtüyor; bütün bu yaşadıklarımızdan sonra karakolların duvarlarını bir kere daha mı gözden geçirsek? Elbette böyle düşünmüyorum. Ama cinayetler, hele günahsız Narin’lerimizin başına gelenleri düşününce insan gerçekten başka bir aleme gittiğini zannediyor. Bugün de her şey ortaya saçılmış vaziyette. Herkesin elinde kameralı bir cep telefonu, en küçük bir durumda hemen görüntüye sarılıyoruz. Sosyal medya denilen mecra ile bir anda haksız bile olsanız çektiğiniz görüntüleri paylaşıp haklıymış gibi bir konuma yükselebiliyorsunuz. Çok sayıda kanun tanımaz, kural bilmez, aile terbiyesi eksik kişiler meydanı boş bularak her şeyi yapıyorlar yapabileceklerini sanıyorlar. Sıradan insanların davranışlarından çok, bu anormal kişilerin tavırları gündemimizin en önemli sorunlarından birisi olarak karşımıza çıkıyor.
Elbette insanlar haklarını aramalı, sonuna kadar savunmalı. Hatta protesto edebilmeli, sesini yükseltmeli ama tek bir şartla; yasal çerçevede. Demokraside özgürlükler başkalarının haklarının başladığı yere kadardır. Ama bugün öyle bir duruma geldik ki yaşadıklarımızın kelimeler ile ifadesi zor. Güvenlik gücü dediğimiz polisin, bekçinin zaten görevleri zor. Hırsızla mı uğraşsın eşkıyalık yapanla mı, zorbalarla mı? Ahlaksızla mı, gecenin bir yarısında nara atarak gezen şehir magandalarıyla mı? Hangisiyle uğraşsın? Peki, bunları niye yazıyorum? Çocuğuna rapor isteyen bir kadının yine bir kadın doktora uyguladığı şiddet kabul edilebilir bir şey değil. Sebebi ne olursa olsun kadının kadına şiddetini kabul etmek biraz zor geliyor bana. Zaten özellikle kadınların şiddet mağduru olduğu bir dönemde, birde kadının kadına şiddetini anlamakta ben şahsen zorlanıyorum. Bütün bunların hepsini yaşanan olumsuz hayat koşullarından kaynaklanan bir öfke patlaması olarak nitelendirilmesini de kabul etmiyorum.
Bakın sağlık çalışanlarına darp, şiddet ve dayak aslında kendi sağlığımıza, eğitimciye darp, şiddet ve dayak geleceğimize, kadın ve kızlarımıza yönelik dayak ve şiddet ise aile yapımıza bir darbedir. Hele polise direnç göstermek, güç gösterisinde bulunmak ise devlete ve millete saygısızlıktır. Yine tekrar ediyorum herkesin kendi hakkını kendisinin almaya kalkması; hukuksuzluğu meşrulaştırır, adliyenin işini zorlaştırır. Elbette haklarımızı aramalıyız, ama bunu yaparken yasaların bize tanıdığı haklardan yararlanarak yaparsak toplumun huzur ve sükununa yardımcı olmuş oluruz. Hepimizin öfke kontrolü denilen psikolojik eşiği aşmak için sadece bir ana ihtiyacımız var. Sokakların huzurunu da, kurumların çalışmasını da o öfke eşiğini aşarak sağlayabiliriz. Bu sebeple huzurumuza uzanan elleri kınıyorum. Bir an önce toplumsal bir barış için herkesin aklını başına almasını öneriyorum.