Dün sabah evden gelirken her zaman üç harfli olarak tanımladığım bir zincir market şubesine uğradım. Sabah saat 09.00’da açılan bu market zincirinin sabah saat 10.30 civarında üçüncü müşterisi olduğumu kasiyer ve market görevlisi olduğumu öğrendim. Gerçekten çok şaşırmadım. Çünkü piyasalarda son dönemde gözle görülür bir yavaşlama olduğu çok açık. Bizim tabirimizle ve bildiğimiz şekliyle berberler yani kuaförler, çay ocakları, eski tabirle bakkallar şimdiki deyimle marketler, büfeler, küçük kafeler her birinde gözle görülür bir durgunluk hakim.
Bahsettiğim market zinciri şubesi ise öyle izbe bir yerde, kenar bir mahallede değil, şehrin en işlek caddelerinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk Caddesi üzerinde nerede ise sabah, öğle ve akşam saatlerinde Eskişehir’in en hareketli noktalarından birisindeki bir şubeden söz ediyorum. Market sorumlusu ile sadece bir dakikalık sohbet fırsatım oldu. “Ne olacak bu işin sonu?” diye sordum. Market sorumlusu genç kızımız; “Ne olacak bir süre sonra yeterli ciroyu elde edemezsek dünya kadar emek verdiğimiz, gerektiğinde hamallığını, gerektiğinde temizlik görevlisi gibi çalıştığımız bu şube kapatılacak burada çalışanlarda işsiz kalacak” diye cevap verdi.
Tabi ki genç kuşak meslektaşlarıma zaman zaman tavsiyelerde bulunuyorum. Özellikle tartışma programları yayınlayan TV kanallarını ve haber programlarını izlemelerini öneriyorum. Meslek hayatım boyunca beğensem de beğenmesem de bu tür programları kaçırmamaya özen gösterdim. Çünkü bilginin kötüsü olmaz. İşte yine geçtiğimiz gün sabah haber programlarından birini izlerken Prof. Dr. Yalçın Karatepe’nin konuğu olduğu programa takıldı gözlerim. Çok ilginç değerlendirmelerde bulundu Sayın Prof. Dr. Karatepe. Malum kendisi bir ekonomi profesörü. Diyor ki, “Dar ve sabit gelirli kesimler ile emekliler; sebebi olmadıkları yüksek enflasyonun maliyetini üstlenmek zorunda kalıyorlar!” Gerçekten değerlendirmesi çok hoşuma gitti. Doğru tespit, bugün yaşanan yüksek enflasyonun sorumlusu dar ve sabit gelirli kesimler değil. Peki, faturayı niye onlar ödüyor?
12 Bin 500 TL’lik bir emekli maaşıyla insanların geçim kavgası, hatta hayatta kalma mücadelesi verdikleri bir dönemde onları önümüzdeki yıldan itibaren daha da ağırlaştırmayı kabul etmek mümkün değil. Sayın Karatepe yine diyor ki; “Bugüne kadar emekli ve sabit gelirli kesimler için gerçekleşen enflasyon üzerinden bir maaş artışı yapılıyor ve emeklilerimizi, çalışanlarımızı enflasyona ezdirmedik sözleri söyleniyordu. Yılbaşından sonra gerçekleşen enflasyon üzerinden değil öngörülen enflasyon üzerinden maaş artışlarının yapılması gündemde, şimdiden bunun kamuoyu oluşturulmaya çalışıyor!”
Bütün bunları dinleyince gerçekten insanın yüreği daralıyor, canı sıkılıyor ve morali bozuluyor. Neymiş enflasyon düşürülecekmiş. İyi de niye maliyet hep dar ve sabit gelirli kesimlerin sırtına yükleniyor?
Bu arada yine, “Neden tarım ürünleri ithal ediliyor?” sorusuna etkili ve yetkili bir bakan yardımcısının, “Çünkü üretmek daha pahalı” dediği öne sürülüyor. Siz zamanında üreticinizi desteklemek yerine onların önünü ithalatla kesmekle işlerini zorlaştırırsanız elbette bugün üretmek daha pahalı olacaktır. Hatta yarın pahalı bile üretemeyecek konuma geleceğiz. Zira üretecek insan bulamayacağız. Aslında yaşadığımız acı ama hakikat olan bir başka gerçeği aylar önce yazmıştım. Bir işyerinde çalışıyorsunuz ve öğle yemeği için bir esnaf lokantasına gidiyorsunuz. Karnınızı doyuracak kadar değil, cebinizdeki paranız kadar yiyebiliyorsunuz. “Az çorba, az pilav” dönemi gerçekten katlanarak devam ediyor. Hani bir ara lokantacılara takmışlardı ya, o sebeple “vatandaşı kimse kazıklamasın(!)” diye görünür yerlere fiyat tarifesi asma ve yazma zorunluluğu getirilmişti. O cephede de ne esnaf açısından ne de vatandaş açısından değişen bir şey yok. Bütün bunlardan sonra soru şu; “Bu işin sonu nereye varacak bilmem?”