İngrid Bergman’a sormuşlar; “Gidişat çok kötü, dünya nasıl kurtulacak?” Bergman, “Utanç” demiş ve şöyle devam etmiş, “Dünyayı bir tek utanan insanlar kurtarabilir. Çünkü utanmak, ‘kibir’ denilen en büyük günahın panzehiridir. Yalanın, iftiranın, hırsızlığın, pişkinliğin, arsızlığın önündeki en büyük engeldir. Başını öne eğebilen, yüzü kızaran, özür dileyebilen insanları görmeye ihtiyacımız var!”
Doğru söze “Hacı emmin ne desin?” Utanmayı unuttuğumuz günden bu yana içinde bulunduğumuz toplumda, dünyada daha çok bozuldu. Gerçekten “Utanan ve yüzü kızaran insanlardan” kimseye zarar gelmez.
Bizden biri Doğan Cüceloğlu’da şöyle anlatıyor, “Ben Amerika'da 25 yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum. Amerika'da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle. Türkiye'ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye'de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu yoktur ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa, onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı... Burada çok önemli bir gözlem var. Bunun üzerine düşünmek lâzım. Benim analığım yörüktü. Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi. Biz ona anne demedik, Ayşe teyze dedik. Ben daha on yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya çalışıyorum. 'Vurma oğlum' dedi. Ben, sen ne bilirsin Yörük karısı tavrı içinde,  'Ne var parmak gibi küpküçücük kuş' dedim. Analığımın cevabı:'Yavrum! Canın küçüğü büyüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum günah.' dedi. Şu derinliğe bakın. Okuma yazması yok bu kadının. Yıllar Sonra bunun anlamını anladım. Anladığım zaman ağlamaya başladım. Kendi kendime 'Ya Rabbi! Çok şükür. Sağken bunun farkına vardım. Biz bütün insanlar kardeştir deyince sanki çok şey söylüyoruz. Kadın bunları aşmış. Canlardan oluşan bir aile, büyük küçük yok. Hepsi birbirine eşit. Onur eşitliği var. Canın büyüğü küçüğü olur mu? Allah hepsine can vermiş. Şu bilinci görüyor musunuz? Bu topraklarda neler birikmiş. Ne insanlık deneyimleri var. Bir de doğadan kopmamış. Sürekli doğayla haşır neşir içerisinde o bilgelikler bilenmiş.”
Şu çabucak gündemden düşürülen “yenidoğan çetesi” davasının ilk üç gününde alınan ifadelere şöyle dikkatle baktığınızda niye yazımda iki büyük alıntı yaptığımı daha iyi anlayabilirsiniz. Suçu işleyenlerde anladık ki “utanma, yüz kızarma, pişmanlık” gibi ibarelere rastlamak mümkün değil. Peki, başkalarında var mı? Şuncacık, el kadar bebelere reva görülen muamelenin ne uğruna olduğunu da anlayabiliyoruz. Her şey daha çok para kazanmak, daha çok zenginleşmek için yapılıyor. Ama bütün bunları utanma duygusunu, vicdanını kaybetmişler yapabilir ancak. 
Masum kız çocuklarını, kadınlarımızı katleden, sokak ortasında cinayet işleme özgürlüğünü(!) kendinde bulan canilere ne demeli? Onların utanma duygusu var mı? Eğer onlarda utanma duygusu olsaydı hiç böyle olur muydu? Çivisi çıkmış dünyanın düzelebilmesi için demek ki ne gerekiyormuş, “Utanma duygusu!” ötesi var mı derseniz, elbette yok da, gündüz vakti elimizde fenerle yüzü kızaran utanma duygusu olan insanları mı arasak? Bulur muyuz? Belki rastlarız sokak aralarında, ne dersiniz? Artık onlar bir zamanlar Urfa’nın Birecik İlçesindeki “Kelaynak Kuşları”nın sayısından bile az kaldı. Bulursanız haber verin koruma altına alalım…