“Anadolu Üniversitesi’nde neler oluyor?” diye bir başlık atsam emin olun herkesin dikkati bir anda buraya döner ve her kafadan farklı sesler yükselir. 4 yıl görev yapmış bir rektör Prof. Dr. Fuat Erdal ikinci dönem için de aday oluyor ve ikinci dönem içinde görevine devam etmesi için resmi işlemler gerçekleşiyor ve atanıyor. Bir insanın bir akademisyenin ikinci kez aynı göreve atanması ve görev süresinin uzatılması ancak “başarı kriteri” ile anlatılabilir. Demek ki 4 yıl boyunca görevini Prof. Dr. Fuat Erdal başarılı bir şekilde yapmış ki ikinci kez aynı göreve devam etmesi için yasal prosedürler işletilmiş. Ancak bu ikinci dönem için göreve başlayan Rektör Prof. Dr. Erdal ikinci kez atanmasının üzerinden henüz bir ay gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen görevinden istifa ediyorsa burada bir gariplik var demektir. Aklı olan herkesin bu konuda bir fikrinin olması normal.

Şimdi asıl soru şu; “Sayın Erdal istifa mı etti, istifaya mı zorlandı, yoksa istifa mı ettirildi?” Bu sorunun cevabını henüz bulabilmiş değiliz. İddialar üzerinden fikir yürütmek bana göre doğru bir yöntem değil. Bu işin gizemini daha önce de yazdım çözecek isim rektörlük görevinden istifa eden Prof. Dr. Fuat Erdal’dan başkası değil. Malum biliyorsunuz “Kürsü dokunulmazlığı” diye bir kavram var. Cumhuriyet tarihi boyunca “milletvekili dokunulmazlığı” kavramını biliyorduk. Ancak son yıllarda bu dokunulmazlık zırhı yerini “kürsü dokunulmazlığına” bırakmış durumda. Sahi bizim Gazi Meclis diye isimlendirdiğimiz ve bağımsızlığımızın da en önemli sembollerinden biri olan TBMM’de kürsü dokunulmazlığını “boks gösterisi” sunar gibi ihlal edenlere de rastlıyoruz ya neyse… İşte akademisyenlerin böyle bir geleneği var. Adı konmamış ama teamül halinde “akademisyen bağımsızlığı” olarak hayatımızın bir parçası olan bir bağımsızlık ilkesinden söz ediyorum. Bu aşamada sayın prof. Dr. Fuat Erdal’ın belki bu hakkını kullanarak bir açıklama yapmasını beklerdik ama böyle bir şey gerçekleşmedi. Sayın Erdal’ın istifası kendi içinde kaybolup gitti. Elbette takdir kendisinindir.

Bu bakımdan hariçten gazel okumaya devam etmenin kimseye bir faydası dokunmayacak gibi görünüyor. Gelelim asıl meseleye. Anadolu Üniversitesi gibi ülkenin en köklü ve bir birikimi olan üniversitenin eğitim ve öğretim döneminin başlamasına sayılı günler kala rektörünün görevinden ayrılmış olması olağan karşılanacak bir durum değil. Elbette hayat boşluk kabul etmez. Prof. Dr. Erdal’ın istifasının hemen ardından Rektör Vekili olarak Eskişehir’i ve akademik dünyayı yakından tanıyan bir isim ESOGÜ eski rektörlerinden halen YÖK üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Kemal Şenocak atandı. Şimdi Anadolu Üniversitesi’nde başa dönüldü. Mayıs ayında yaşanan ve yaklaşık 1.5 ay süren rektörlük atama takvimine geri dönüldü. 9 Eylül tarihine kadar yapılacak olan başvuruların ardından YÖK’ de gerçekleşecek mülakatlar ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a sunulacak olan bir isim için bir sürü vakit kaybı yaşanacak. Doğrusunu isterseniz bu mülakat işini de bir türlü anlayabilmiş değilim ya neyse. Her önüne gelen konuda mülakat yapılıyor. Mülakatı yapan kim, mülakata katılanlar kim? Mülakatı yapanlar mülakata çağrılandan daha mı ehil acaba? Gerçekten ciddi bir tartışma konusu olarak önümüzde duruyor. Bence orada oluşturulan “seçkinler masasının” bu işler için çok da yeterli olduğunu sanmıyorum. Tek kriter mevcut yönetime yakın olmak ise o zaman yapılan da mülakat olmaktan çıkar. En azından ben böyle düşünüyorum.

Üzüntüm şuna: Eskişehir gibi gerçekten çok seçkin bir kentin ana akım üniversitesinin, tırnakları ile kazıyarak büyüttüğü ve kendine yer açtığı bir yüksek öğretim kulvarında hala rektör tartışması yaşanıyorsa ve yaşatılıyorsa bundan hem Eskişehir hem de üniversitemiz kayıpla çıkar. Bu şehrin çok önemli birkaç değerinden biri olan Anadolu Üniversitesi’nde son yaşananlar hem akademik dünyada hem de kamuoyunda iyi bir görüntüye sebep olmamıştır. Buna sebep olanlar bu şehre kötülük etmişlerdir.