Son dönemde hayatı o kadar çok hızlı yaşadık ki. Son 15 günlük sürece bakıyorum tam anlamıyla fırtınalı günlerden geçtik. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının geçersiz sayılmasıyla başlayan ardından önce gözaltına alınması, sonra tutuklanması ve üniversitelerde başlayan protesto eylemlerinin başta İstanbul olmak üzere yayılması, tutuklamalar, boykotlar… Siyasetin yükselen tansiyonu ve aşırı sert dili gündemi öylesine yoğun bir şekilde meşgul etti ki hepimiz şaştık kaldık. Bu yüksek gerilim içeren tablo kime yaradı? İktidara mı yaradı? Öyle bir emare yok. Bilakis iktidara yakın siyaset bilimciler bile iktidarın kendi ayağına sıktığından yakınıyor. Hatta yüksek sesle olmasa bile yaşananları pek çok iktidar yakın çevrelerin tablonun lehlerine olmadığını dillendirdiklerine tanıklık ediyoruz. Yaşananlar başta CHP olmak üzere muhalefet bloğunu ciddi bir biçimde konsolide etmiş gibi duruyor. Gözaltılar, tutuklamalar ve sokak protestoları toplumu psikolojik olarak yıprattı. Bu süreçte kim kazandı, kim kaybetti? Asıl sorulması gereken soru bu… Bu süreçte asgari ücretli kaybetti, emekli zaten kayıplardaydı o da kaybetti. Esnaf kaybetti ve kaybedenler o kadar çok ki… Peki, bu sürecin kazananı var mı? İşte ondan çok emin değilim.
Ana muhalefet partisinin öncülüğünde yükselen toplumsal muhalefet kazandı mı? Bu sorunun cevabını henüz bilmiyoruz. Anket şirketlerinin verileri ile ilgili düşüncemi bu sütunlarda defalarca yazdım. Sağlıklı, tarafsız ve gerçekten bilimsel verilere dayalı bir anket çalışmasına eyvallah. Peki bizde öyle mi? Birkaç istisnası dışında güven veren araştırma şirketleri nerede ise yok gibi. Her alandaki erozyon bu alana da sıçramış gibi görünüyor.
Sokaktaki vatandaş gelişen olaylar karşısında, “Yapılanlar hukuki mi, siyasi mi?” sorusunun cevabından emin değil. Ancak vatandaş kaybedenin kendisi olduğunu biliyor. Dövizin yükselmesi aynı zamanda hayat pahalılığının tetiklenmesi anlamına geldiği için piyasalarda oluşan güvensizlik ortamına bakıyor. Ne yazık ki yaşananlardan ne iktidar kanadındaki aklıselim kesimler ne de sıradan vatandaş mutlu değil. Ekonomi yönetimi her ne kadar “önlem alıyoruz, elimizdeki tüm araçları kullanarak yaşanan olumsuzluklara karşı bir direnç oluşturacağız” dese de yaşanan gelişmelere piyasaların çok da olumlu tepki verdiğini söyleyemiyoruz. Bir de işin sıcaklığı henüz geçmiş değil, bundan sonraki süreçte neler yaşanacak bu da belli değil. Öngörülebilirlik bakımından puslu bir havada kaygan bir zeminde yolculuk yapıyoruz. Dolayısıyla gelecek günler ne getirecek hep birlikte yaşayacağız.
Konuyu biraz daha açacak olursak şöyle ifade edebilirim. Son boykot çağrısından sonra piyasalarda ne yaşandığını önümüzdeki ayın verilerinde göreceğiz. Ancak bu konuda daha önce iktidar mensuplarının yaptıkları boykot çağrılarını unutarak, bugün yapılan boykot çağrılarını bir suç işleniyormuş gibi yorumlamalarını ben şahsen algılamakta zorluk çekiyorum. Benzeri duyguyu sokaktaki vatandaş da yaşıyor. Ve şöyle soruyor, “Size mübah olan, bize günah mı?”
Elbette esnaf ve özellikle de küçük esnaf çok önemli. Küçük esnafın da yüksek enflasyon ortamında gereğinden çok fazla yıprandığını herkes biliyor. Kimse bu gerçekleri görmezden gelmesin. Bu çerçevede milli ekonomi vurgusu yapmak ne kadar inandırıcı. Zaten ülkede her şey güllük gülistanlık olsa tansiyon bu kadar yükselmez. Örneğin küçük esnafın yıllardır beklediği zincir marketler ile ilgili düzenlemeleri içeren yasa çıkarılmış olsaydı, esnafımızı koruyabilirdik. Bu konuda yasal bir düzenleme yapıldı mı? Bu sorunun cevabını vermeden süper marketlerdeki alışveriş görüntüleri ile esnafımızı korumak ne kadar mümkün? Sorular çok ama cevapları yok.