Türkiye’de siyasi rekabet dünyadaki pek çok örneğinden daha farklı işliyor. Dünyadaki siyasi rekabet, “Kim daha iyi yapar?” mottosu üzerinden yürürken, Türkiye’deki rekabet, “Kimin daha iyi yapmasının önüne nasıl geçerim?” mottosu üzerinden yapılıyor. Ne yazık ki iktidar ile muhalefet partileri arasındaki bu negatif ayrışma Eskişehir’de biraz daha etkin ve gözle görülür şekilde ortaya çıkıyor. Sebep ve sonuçlar üzerinden baktığımızda sadece Eskişehir’e kaybettirmek üzerine yapılan bu siyasi rekabet ne yazık ki kurumlarımıza da sıçramış durumda. Tabi ki bu normal bir durum değil. Bu anormal durumu çözmek üzerine son yerel seçimlerden sonra “Atılmış bazı adımların arkası gelir mi?” diye beklerdik ama bu bekleyişin bir işe yaramadığını ve anlamsızlaştığını da gördük. Zira Ankara’dan esen rüzgarlar başka illerde bir etkili oluyorsa Eskişehir’de üç olumsuz etkiye birden sebep oluyor. Dolayısıyla atılacak her adımın karşısına mutlaka bir dizi engeller çıkartılıyor.
Burada sadece iktidar partisinin değil, aynı zamanda muhalefet partilerinin de benzer tutumlar içerisinde olduğunu özellikle belirtmeliyim. Merkezi hükümet ile yerel yönetimlerin aynı siyasi çizgide buluşmaması dolayısıyla böyle bir tablo ortaya çıkıyor diyenlere söylenecek bir çift sözüm var; “Yahu Eskişehir çizgisinde buluşun!”
Yok canım olur mu öyle şey!?
Her neyse aslında ne diyorlardı, “Söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır!” Keşke Eskişehir’de de yerelde siyaset yapanlar Ankara’nın siyasi rüzgarına kapılmadan, “Söz konusu Eskişehir ise gerisi teferruattır!” diyebilseler. Ne yazık ki hangi mahalleden olursa olsun bu tür söylem ve eylemlerde bulunanlar öncelikle “kendi mahalleleri tarafından linç” ediliyor.
Bir örnek vereyim. Eskişehir’in artık içselleşmiş, kalıplaşmış bir Pazar yeri vardı. Hatta Eskişehir’deki ilk kapalı Pazar yeri olarak bilinen Kurtuluş Mahallesi’ndeki Çarşamba pazarı ile ilgili yaşananları bir tarafa bırakalım. Pazar yeri yeniden yapılmak üzere yıkılınca bir ruhsatlandırma tartışmasıdır başladı. Neymiş efendim geçmişte geçici ruhsat alınmış, sonra ruhsat alınmamış dolayısıyla buraya yeniden bir Pazar yeri yapılamazmış. Falan filan… Pazar yeri yıkılana kadar kimse olaya müdahil olmazken yeniden yapılması söz konusu olduğunda bürokrasi hazretleri devreye giriyor. Bürokrasi zaten her zaman her türlü işin olmazsa olmazlarından birisi ama burada konu çok açık bir şekilde merkezi iktidar ile yerel yönetimler arasındaki bir çekişmenin ürünü. Bürokrasi dediğiniz şey eğer halkın yararına her konuda çözümlenebilir, aşılabilir bir şey olmasına rağmen nedense Kurtuluş Pazaryeri söz konusu olunca üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde çözümlenebilmiş değil. Sadece bu kadar değil elbette sorun. Pazar yerinin etrafı tretuvar taşları ile çevrilmiş ve bu alana kimsenin girişine izin verilmiyor. Neden? Cevabı yok. Yahu bırakın burasını bir otopark olarak dönüştürün de hiç olmazsa çevredeki otopark kirliliği ortadan kalksın yoğunluk azalsın. Ama yok olur mu öyle şey? Bir kere izin verildiğinde hep izin verilmesi gerekir diye düşünenler pek çok. O çok değerli alan öyle boş kalır kalmasına ama vatandaşın yararına bir şey olmaz.
Aslında mesele çok basit. Söz konusu vatandaşın yararı ise bir şekilde bir adım atılır ancak burada bürokrasiden çok siyasi çözümsüzlüğün olduğu çok açık. Sorsanız herkes Eskişehir’i çok seviyordur. Gördüğümüz kadarı ile lafta sevgi ile pratikteki çözümsüzlük gerçekten birbiri ile çelişmeye devam ediyor. İzahı olmayan bir çözümsüzlük çözüm gibi takdim ediliyor hep. Herkes topu birbirinin üzerine atıyor. Sonuçta Eskişehir ve Eskişehirli ile beraber siyasilerde, bürokratlarda çok şey kaybediyor. Yazık gerçekten çok yazık. Çok basit bir mevzuat azizliğini bile çözüme dönüştüremeyen anlayışa ne demek lazım onu da bilemiyorum.