Asıl sorunları gözlerden kaçırıyoruz…

Türkiye’nin en önemli sorunu nedir? Cevap: “Ekonomik kriz!” Peki, siyasetin gündemindeki bir numaralı sorun ne? “1. Anayasa değişikliği. 2.Yeni bir açılım süreci!” Medyanın tartıştığı en önemli başlık nedir? “Kim kimin elini neden sıktı?” Ya da , “Kim kiminle niye barıştı? Kim kiminle DEM’leniyor, kimler kimlerle beraber?”

Bunları bir kalem geçmek, memleketin gerçek gündemi olan 12 Bin 500 TL’lik en düşük emekli maaşıyla, 17 Bin 2 TL’lik asgari ücretle geçinmek zorunda olan insanların haline bir bakalım. “Askıda ekmek, doğalgaz, elektrik faturası dönemini” nasıl sonlandırırız derdi yerine konuşulanlara bakın.

Elbette iç barış önemli, içerdeki dayanışmaya, içerdeki sosyal, siyasal sorunları çözmeye büyük ihtiyaç var. Bu konuda atılacak her samimi adımı desteklemek, cesaretlendirmek hepimizin görevi. Ancak “siyaseten söylenen” sözlerin ne anlama geldiğini yukarıdaki gelişmeler bakınca daha iyi anlıyoruz.

Yahu kendileri “bir eli yağda, bir eli balda” yaşayanların “Halk Lokantası” gerçeğini eleştirmelerini anlaşabiliyorum da yukarıdaki gelişmeleri bir türlü anlayamıyorum. Aslına bakarsanız yukarıda olan biteni değerlendirmek için geçmişe de şöyle bir projektör tutmakta yarar var. Türkiye’nin 1970-1980 arasında yaşadığı ağır ekonomik, sosyal ve siyasal krizleri bilenler bilir. Siyasetçilerin “düşman kardeşler” tavrından çıkan “darbe hukuku” gerçekten çok rahatsız ediciydi. Ama o dönemde pek de anlaşamadığımız bazı sözleri bugün hatırlayıp değerlendirdiğimizde o günle bugün arasında çok da fark olmadığını görebiliyoruz. O günlerde Türk Siyasetinin 50 yılına damga vurmuş isimlerinden merhum Demirel, “Yollar yürümekle aşınmaz, siyasette 24 saat çok uzun bir zamandır. O kadar zamanda köprülerin altından çok sular akar” derken aslında sözlerinin bugün de birer hakikat olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Bundan yaklaşık 8 yıl önce masalar devrilirken bugün yeniden perde gerisinde pazarlıkların olduğunu, yeni masaların kurulması için çalışmalar yapıldığını da anlayabiliyoruz. Neyse konumuza dönelim. Yukarıdaki gelişmelerin çiftçinin, üreticinin, besicinin, asgari ücretlinin, emeklinin, gariplerin, yoksulların sorunlarının çözümü için hiçte bir anlamı olmadığını da görüyoruz.

Örneğin bugüne kadar çok uzun süredir sessiz kalan kamu işçilerinin bile artık ses yükseltemeye başladığına tanıklık ediyoruz. Sadece Eskişehir’de bu hafta sonunda bütün tur otobüslerinin Ankara’da yapılacak olan Türk-İş mitingi için kiralandığını öğreniyoruz. Yani insanlar artık bıçak kemiği kestiği için seslerini yükseltmek amacıyla Ankara’da hafta sonu buluşmak için harekete geçtiklerini öğreniyoruz. Öyle ki sendika yöneticilerinin çok uzun süren keyiflerinin bozulduğunu, bir şey yapmazlar ise altlarındaki o muhteşem(!) koltukların kayıp gidebileceğinin farkına vardıklarını anlıyoruz. Bu sebeple de tabandan gelen demokratik tepkilerin artık onları bile koltuklarında rahat bırakmadığı bir dönemden geçerken yazının başında belirttiğim konuların kamuoyuna servis edilmesi gerçekten ilginç değil mi?

Türkiye’nin açık söylemek gerekirse hem iç barışa, ekonomik sorunlarının çözümüne ihtiyaç var. Uzun vadeli değil, çok kısa sürede çözülebilecek sorunların neden çözülmediğini de anlayabiliyoruz. Süreci zamana yaymak, muktedirlik sürecinin ömrünün uzatılmasını sağlamak için yapılanların farkına varmamak için biraz da saf olmak gerekiyor. Ancak sıkıntılar o kadar büyük ki, “cambaza bak!” aldatmacası artık tabanda gerçek anlamda karşılık bulmuyor. Siyasal zemin gündemi taşımakta zorlanıyor, sorunları görmezden geliyor olabilir ama vatandaş her şeyin farkında. Bu işten siyasal olarak birileri tokat yiyerek çıkacak ama bu kim olacak onu da zaman gösterecek.