“Bak postacı geliyor!” diye başlıyor yazı. Sonra da şöyle devam ediyor Aykut Veli Yıldız, “Eskiden mektuplar vardı ve de muhtarın evindeki karşı ödemeli telefonlar. Özlemler vardı, ekmeğin kokusu, toprağın kokusu vardı eskiden. Sözler vardı bir ömür tutulan, müebbet yemiş adamların çiçekten farksız bekleyenleri, büyükler gelince bir içtima edasında saygıya duranlar birde! Sevgililerin iç ceplerinde sevdalılarının mendilleri vardı, verilen sözlerin hepsinin karşılığı bir de! Bir ömür heybesi omuzlarda hep eşit biri diğerine ağır basmayan bir terazi hassasiyeti vardı. Hepsi son bir mektubun içinde değerini bilenlerle kaldı. Mektuplar bitti, güzel haber getiren tüm postacı amcalar da gitti!”
Güzel haberlere o kadar çok ihtiyacımız var ki! Emeklinin, dar gelirlinin, asgari ücretlinin, çiftçinin, esnafın, ev hanımlarının, öğrencilerin, yaşlıların, hastaların, öğretmenlerin, kamu çalışanlarının herkesin gözü kulağı iyi haber getirecek postacılarda ancak… İşte o ancak sözcüğü yok mu? Her şey orada düğümleniyor.
Ne diyordu çocukluğumuzun şarkısında “Bak postacı geliyor, selam veriyor. Herkes ona bakıyor merak ediyor!” O merak edilen bazen hasret türküsü içeren bir mektup, belki de içinde özlem dolu ifadeler ile bir kavuşma arzusu ve umuda dair ne varsa her şeyi içine alan bir mektuptu o postacıların getirdiği.
Şimdi postacılar artık kapıyı bile çalmıyor. Eskiden bisikletleri ile sokak sokak, mahalle mahalle gezen postacıların yerine artık “bin bin” denilen iki tekerlekli güneş enerjili kay kaylar kullanıyorlar. Ve heybelerinde (şimdi o da çanta oldu) öyle mektup da, kartpostal da yok. Ya bir ceza tebligatı, ya icra tebligatı taşıyorlar. Mektuplar, kartpostallar biteli çok oldu. Postacılar artık mahalle muhtarlarının kapısını çalıp zimmet defterlerine işledikleri tebligatları muhtarların ofislerine teslim edip gidiyorlar. İyi haberler ise zaten firar etmiş durumda.
İyi haber bekleriz umuduyla televizyonların başında oturuyorsanız ya da cep telefonunuza girip bakıyorsanız avucunuzu yalarsınız. Kim kime hakaret etmiş, kim kime meydan okumuş, kim kime soruşturma açmış varsa da yoksa da “kayıkçı kavgaları!”
Mesela piyasada bir sahte dolar efsanesi dolanıyor. Hangi siyasetçinin umurunda dersiniz? Bu konuda alınabilecek bir önlem ya da açıklamaya rastlarız diye beklerseniz daha çoookkk beklersiniz. Vatandaş üç kuruşluk işini görmek için varsa eğer elinde bulduğu beş kuruşluk bir dövizi bozdurmak için önünde beklediği döviz bürosunun yetkilisi, “başka kapıya kardeş!” dediğinde derdini kime anlatacak? Karşısında bir muhatap bulabilecek mi?
“Eskiden mektuplar vardı ve de muhtarın evindeki karşı ödemeli telefonlar. Özlemler vardı, ekmeğin kokusu, toprağın kokusu vardı eskiden. Sözler vardı bir ömür tutulan. Sevgililerin iç ceplerinde sevdalılarının mendilleri vardı, verilen sözlerin hepsinin karşılığı bir de! Bir ömür heybesi omuzlarda hep eşit biri diğerine ağır basmayan bir terazi hassasiyeti vardı. Hepsi son bir mektubun içinde değerini bilenlerle kaldı.” Hani yaklaşan bayramlarda, yeni yıllarda postanelerin yakınlarında kartpostal satan tezgahlar vardı. Memleketimin dört bir tarafından fotoğraflar ile bezenmiş kartlar, yine yanlarında dört kenarı kanaviçe gibi işlenmiş süslü zarflar. Nerede kaldı derseniz söyleyeyim, “Dede Korkut masallarında” değil elbette ama onların hepsi hatıralarımızda kaldı. Çünkü, “Güzel haber getiren tüm postacı amcalar gitti!” Anladınız mı şimdi ne demek istediğimi? Dünya ne çabuk değişiyor değil mi? Ya biz değişen dünyanın hızına yetişemiyoruz, ya da…