Sabah erken saatlerde gazeteye gelirken bizim genç dostlar Enes ile Cihan’ın yeni satın aldıkları çay ocağında soluklanmak için 5 dakika kadar kapının önünde oturdum. Enes’e takıldım, “Bir çay ver sıcak ve demli olsun ama bir de parasız olsun” diye… Sağ olsunlar pırıl pırıl genç iki kardeş ikisi birden “hemen” dediler. Çayım geldi tabureye şöyle bir iliştim sehpanın üzerine çayımı koydum. Malum bizim kötü alışkanlığımız tütün, tam yakacaktım ki benden biraz daha yaşlı olduğunu tahmin ettiğim tanımadığım birisi elime yapıştı. Bir eliyle bisikletini tutarken, diğer eliyle benim elimi tuttu ve “Sakın” dedi, “sakın sigara ile çayı aynı anda içme!” Şöyle bir yüzüne baktım tebessüm ettim ve “Biz büyük sözü dinleriz. Tamamdır” deyip sigarayı paketine iade ettim.
Kısacık sıcak temas, göz göze gelme doğru bir iletişim kaynağı olabiliyor insanlar için. Sonra“Ben yıllarca sigara ile çayı birlikte tükettim. Sonra bunun ne kadar zararlı bir şey olduğunu öğrendim. Asla tavsiye etmem” dedi. Dedim ya kısa bir göz teması sonrası bisikletine yaslandı ve “Allah düşmanımı hastanelere düşürmesin. Bu yüzden uzun süre tedavi gördüm. Tabi ki paran varsa hizmette sınır yok. Paran yoksa sokaktaki canlar kadar da değerinin olmadığını daha iyi anlıyorsun. Git gel, git gel… Emin olun sokaktaki canlar bile insanlardan daha güzel ilgi görüyor. Onlara insanlardan daha güzel bakılıyor!” dedi. Sonra bisikletine atlayıp gitti…
5 dakikalık çay molasında ciddi bir uyarı ve aynı zamanda şiddetli bir serzeniş işitmenin şaşkınlığı ile baktım benim demli ve sıcak çay soğumuş. Sonra Cihan geldi, “Mehmet amca çayın soğumuş tazeleyeyim mi?” diye sordu… Vatandaşımızın uyarısıyla serzenişiyle kendimizden geçtiğimiz için onun sözlerini anlamadım bile.
Neyse. Sitem dolu son sözler beni aldı başka dünyalara götürdü. Bir ülkede sokaktaki canların doyması ve bakımı elbette çok önemli ve değerli ya insanlarımız… Deli sorular dönmeye kafamın içerisinde. “Allah düşmanımı hastanelere düşürmesin” sözüne takıldım en çok. Kim bilir hastanede ne yaşadı da böyle söyledi. Bu ülkenin sağlıkçıları ile ilgili değil şikayeti anladığım kadarıyla. Yetersizlikler ve sağlık sisteminin üzerindeki ağır yük ve baskı elbette işleyişi de zora sokuyor. Sağlıkçıların uzun nöbetleri, ekipman sıkıntıları, kişisel haklarındaki gerilemeler, yönetimsel baskılar elbette hizmet kalitesine de yansıyor. Gerçekten bu ülkede insanın değerinin sıradan vatandaşlar tarafından bile sorgulanmaya başlanması ve ağır bir kıyaslama yapılması beni derinden etkiledi.
Sadece sağlık alanında değil sosyal hayatta da insanın kendini değerli hissetmediği zamanlar pek çok. Çöpten ekmek toplayanlar, pazar sonunda pazar atıklarını karıştıranlar, askıda ekmek bekleyenler hepsi bu ülkenin vatandaşı. Kendilerini ne kadar değerli hissediyorlar acaba? Bu ülkenin vatandaşı, zengini, fakiri, garibi, yoksulu hepsi aslında değerli. Bu ülkenin vatandaşlarının en önemli özelliği ise “onurlu ve omurgalı bir duruş” sahibi olmalarıdır. Ancak bazen bıçak kemiğe dayanınca bazen isyan edebiliyorlar. Bu isyanın, serzenişin sebeplerine de inmek gerek.
Bugün bir lokma, bir hırka yaşamaya alışmış insanların söyleyecek bir sözü varsa birilerinin dinleyip, anlayıp çözüm üretmek için biraz kafa patlatması gerek. İnsanımız değerini hastanede, kamu kurumlarında, adalet kurumlarında, okullarda gördüğü muamele ile ölçüyor. Eğer orada bir yardım ve destek görmenin yanında güler yüzle karşılanıyorsa gerisi onun için teferruattan başka bir şey değil. Tek mesele empati yapabilmek, empati yeteneğimizi geliştirdiğimiz sürece sorunların çözümünü kolaylaştırırız diye düşünüyorum.