Yakın zamanda ailemden üç kişi mevsim hastalıklarına yakalandı. Hava değişimleri, eskisi gibi mevsim özelliklerinin yaşanmaması havadaki mikropların enfeksiyonların yaygınlaşmasına müsait ortamı da beraberinde getiriyor. Gece geç saatlerde telefonum çaldı. Bir arkadaşımız arıyordu. Ne olup bittiğini sordum, “Annem hastalandı onu acile getirdim” dedi. Ve acildeki yoğunluktan söz etti.

İşin doğrusu acillerdeki ekiplerinde yapabileceği bir şey yok. İnsanlar hastalandıklarında hastalıklarına çare olsun diye ister istemez sağlık kuruluşlarına başvuruyorlar. Öylesine inatçı öylesine kalıcı bir hastalık havası var ki şaşırmamak elde değil. Vatandaşta aslında farkında değil mevcut iklim şartları insanların hasta olması için çok uygun ama bizlerde bu şartların getirdiği hastalıklara açık bir tavır sergiliyoruz. Bu arada ilk hedefimiz de aciller oluyor. Adı üstünde acil servislere gitmekte bir beis görmüyoruz. Acile gittiğinizde de manzarayı görünce şaşırıyorsunuz. Öylesine kalabalık ki.. Bir taraftan tedavi olmayı düşünüyorsunuz diğer taraftan virüs yükü sebebiyle ciddi riskler alıyorsunuz. Yani normal şartlarda gerekli doğru beslenmeyi yapabilsek ve istirahat etsek kısa sürede atlatabileceğimiz hastalıklar için bile acillerde  yığılıyoruz..

Şimdi biliyorum ki sağlık müdürlüğü yetkilileri belki de uzmanları yok öyle şey hastalıklar normal seyrinde diyebilirler ama bana göre burada bir anormallik söz konusu.. Acillerdeki personelinde bu anormalliğe yapabileceği çok fazla bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü her bir hasta için ön tanı, kan al, idrar tahlili yaptır, gerekirse filme gönder, tomografi iste çok kolay işler değil. Bu arada aile sağlığı merkezlerinde de randevu sistemine geçildiği günden bu yana randevu bulmakta insanların zorluk çektiğine tanıklık ediyoruz. Aile hekimlerinin yükü bir taraftan normal muayeneler yüzünden diğer taraftan mevsim hastalıkları sebebiyle bir hayli artmış görünüyor. Onların yapabilecekleri de sınırlı. Belki bir iğne, belki bir serum bağlayıp birkaç soğuk algınlığı ilacı yazıp hastayı evine gönderiyor…

Normal hastalar içinde işler bir hayli zor. Eskişehir’de gerçekten işin yükünü çeken 3 adet 3’ncü basamak hastane mevcut. ESOGÜ Tıp Fakültesi, Yunus Emre Devlet Hastanesi ve Şehir Hastanesi. 3’ncü basamak hastane ne demek diye soracak olursanız söyleyelim.. Eğitim ve Araştırma Hastanesi niteliğindeki üç büyük sağlık kuruluşundan söz ediyorum. Eskişehir’in ve bölgenin sağlık yükünü bu üç hastane çekiyor. Aile sağlığı merkezlerini, özel sağlık kuruluşlarını bu işe dahil bile etmiyorum. Bu üç hastaneye de günde nerede ise 30 binin üzerinde klinik vakanın geldiğini tahmin ediyorum… Bu çok ağır bir yük. Buralardaki sağlık hizmeti vermeye çalışan hekiminden, idari personeline, hemşiresinden hasta bakıcısına kadar sağlık çalışanlarının yükü gerçekten çok ağır. Bir de herkes kendisini özel hissedip kendisine özel bir uygulama beklentisi içerisine girince onların sorumlulukları bir kat daha artıyor… Yani sağlıkta  hastalar içinde tedavi sürecini sürdüren ve takip eden çalışanlar içinde gerçekten zor bir dönemden geçiyoruz. Bu konuda acil sorunlara acil çözümler üretmeliyiz. Ama nasıl? Bu sorunun cevabını ben değil sokaktaki vatandaş değil bu işi yönetenler vermeli diye düşünüyorum. Özellikle önleyici sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, bunun yanında yerinden teşhis ve tedavi sürecinin uygulanması gibi üzerinde ciddi anlamda düşünülebilecek kafa yorulabilecek konular olduğunu belirtelim..  Ne demişti kanuni Sultan Süleyman “Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi.”

 En iyisi siz hasta olmayın sağlığınıza dikkat edin ve inşallah sağlıkla kalın…