Kasım ayının sonunda başlıyoruz yeni yıl hazırlıklarına… Gündemimiz o kadar yeni yıl hazırlığı ile meşgul oluyor ki neleri konuşuyoruz… Beklediğimiz, özlediğimiz arzuladığımız aslında ömürden birkaç gün çalmaktır, bir ayı daha hızlı bir şekilde yaşamaktır… Gelmesini beklediğimiz yeni yıl geldi ve bu yeni yılın bir aylık bölümünü bile geride bıraktık. “Ömür dediğin nedir ki be gülüm işte geldik işte gidiyoruz.”

Gözümüzü açıp kapayıncaya kadar zaman öyle hızlı akıyor ki… Daha dün köyümüzün yakınlarında kuzu otlatıyorken bugün nerelerdeyiz… Şöyle bir düşününce insanın ömrü gözünün önünden film şeridi gibi geçip gidiveriyor. Biz bir ömrü çok uzun bir şey zannetsek de ömür dediğin göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor işte. Yarı aç, yarı tok, yarı aydınlık, yarı karanlık… Üzülüyor muyuz diye soracak olursanız hayır elbette… Önemli olan insan ömründe yaşanılanlardan dolayı pişmanlık duymamaktır. Bir pişmanlığımız yok ki üzülelim. Belki yapamadıklarımız olmuştur, belki isteyip de gerçekleştiremediklerimiz de…

Durup dururken nereden çıktı bu muhabbet diyebilirsiniz.. Bir ara telefonum çaldı. Baktım eski bir öğretmen kardeşimiz, çok değer verdiğim bir hocamız arıyor.. Halen çalışıyor. Açtım bir süre sohbet ettik kendisiyle. Sağdan soldan, çoluktan, çocuktan söz ettik… Nasıl gidiyor derken, “Şimdiki kuşaklar bir başka ağabey. Öğrenciler, okul idareleri, veliler bir tarafa öğrencilerde bir başka. Şimdi kimseye bir şey diyemiyorsun. Şimdi çocuklar bile telefon ve bilgisayar çocuğu olmuş. Herkes başka bir dünyada!” diye anlatınca birden bire çok ama çok eskilere gittim. Çıra aydınlığında, gaz lambası, idare eşliğinde ders çalışan ödev yapmaya gayret eden bizim kuşaklardan nerelere gelmişiz. “Eti de, kemiği de senindir” anlayışından, “Sakın çocuğumun üstündeki tozu bile almayasın” diyen velilere, kaşınızı oynattığınızda, elindeki akıllı telefonla seni başta idare, sonra gerektiğinde CİMER’e kadar uzanan şikayet haklarını kullanan öğrencilere terfi(!) etmişiz…
Bizim Abidin var. Bizim Abidin geçtiğimiz gün anlatıyor: “Köyden şehre liseyi okumaya geldik. Bir özel yurtta kalıyoruz. Öğretmenlere uyutup gece pencereden sinemaya kaçar, sabah ezanında yurda girerdik. İlk dönem 9 zayıflı bir karneyle karşılaştık. Tabi arkadaşımla birlikte karnedeki notları düzeltip köye gittik. Bizimkilerin koltukları kabarıyor. Meğer okul idaresi velilerimizi çağırmış. Durumumuz anlaşılınca babalarımızdan paparayı yedik. Sonra işleri düzelttik. Allah’tan liseyi bitirmişiz!” İşte öylesine gök kubbede hoş bir sedası kalmış bizim Abidin’in hafızasında…

Yine Abidin noktayı şöyle koyuyor; “Bugün birisinin çocuğunun kılına bir dokunun öğretmenin başına gelmedik kalmıyor. Eskidenmiş onlar.. Bugün herkes çocuğunun çantasını taşır, ödevini yapar hale gelmiş.. Bu gidiş gidiş değil ama biz geldik gidiyoruz, sahi bizden sonrakilerin hali ne olacak?”

Bu yaşımıza kadar yaşadıklarımızı düşününce geride bıraktıklarımıza bir özlem duyuyoruz elbette. Eskiden hayat daha mı güzeldi ne? Daha bir içtendi dostluklar. Eskiden daha bir lezzetliydi bahçede ürettiğimiz domates-biber.. Çünkü emek vardı, çaba vardı, öğrenme aşkı, çalışma azmi vardı insanlarda. Ve en önemlisi paylaşmak güzeldi.. Ömür dediğin nedir ki gülüm işte öylede geçiyor, böylede geçiyor eğer gök kubbede hoş bir seda bırakmamışsanız o da sizin bileceğiniz bir şey. Ne diyelim?