6 Şubat depremlerinin yıldönümünde acılarımız bir kere daha tazelendi. Aslında “Unutmadık, Unutturmayacağız!” naraları altında her geçen gün acıların küllenmesini beklemekten başka bir şey yaptığımız söylenemez. Biliyorum ki bu yazı birkaç ilgisinin, birkaç duyarlı vatandaşın dışında çok da ilgi çekecek bir yazı değil. Zira biz toplum olarak gerçeklerle yüzleşmek yerine dedikodu, spekülatif söylemleri, kim kime ne demişi daha çok önemsiyoruz. Halbuki sorunları çözmek en azından niyet etmek, insan hayatını önemsemek gerekmez mi?

17 Ağustos depreminin üzerinden 25 yılı aşkın, 6 Şubat depreminin üzerinden de 2 yıldan fazla zaman geçti. İki büyük depremde resmi rakamlara göre toplam 75 Bin insanımızı kaybetmişiz. Ota büyüklükte bir ilçe nüfusu kadar hatta bazı küçük ölçekli şehir nüfusu kadar insanımızı iki depreme kurban olarak vermişiz. Rakamın büyüklüğüne bakın…

Doğrusunu isterseniz her iki depremde yine arada olan, Düzce, Van, Elazığ, Malatya ve İzmir depremlerinde ciddi can kayıplarımız oldu. Sadece can kayıplarımız olmadı yüz binler ve vatandaşımız yaralandı. Milyonlarca insanımızın evsiz kaldığı ve on binlerce vatandaşımızın da kalıcı sakatlıklarla baş etmek zorunda kaldığını biliyoruz.

Eskişehir ile ilgili bazı gerçekleri dün yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür’ün ağzından yazmıştım. Prof. Dr. Naci Görür o açıklamalarında şöyle diyordu, “Eğer depreme dirençli şehirler oluşturamazsak bu bugüne kadar dile getirilen beka meselesinden çok daha gerçekçi beka meselesiyle karşı karşıya kalırız. Çünkü Marmara Bölgesi Türkiye ekonomisinin kalbi. Büyük Marmara depremi Türkiye ekonomisinin çökmesi anlamına gelir. Bu bakımdan ne ekonomik ne kültürel ne de siyasi bağımsızlığımız kalır. Süratle Marmara Bölgesi’ndeki ekonominin kalbi kurumlarımızı Anadolu’nun güvenli bölgelerine taşımalıyız!”

Bu açıklamanın Eskişehirli ilgili bölümünde Eskişehir’in halen diri ve aktif faylar üzerine kurulu 22 ilden birisinin olduğunu ifade etmesiydi.

Dün baktım herkes depremlerin yıldönümünde açıklamalar yaptı. Aslında bu tür felaketler karşısında yapılan açıklamalar çok kıymetli. Ancak bir felaketin yıldönümünde bile bir araya gelip acılarımızı ortaklaşarak bir birimizle dayanışarak bile yaşayamıyoruz. Siyasiler ayrı, teknik ve akademik odalar ayrı ayrı açıklamalar yapıyor. Zaten akademik ve teknik içerikli odaların yaptıkları açıklamaları birilerinin de çok dikkate aldığına bugüne kadar tanıklık etmedik.

Dün benim gördüğüm manzara veya fotoğraf aslında tam anlamıyla çözümsüzlüğün fotoğrafından başka bir şey değil. Siyasetçiler bile durumdan vazife çıkarıp görev üstlenmek için sorumluluk almak yerine şikayet ediyorlarsa vay halimize. Yaptırım gücü olanlar dinleyecek, işin akademisyenleri, teknokratları çözümleri ortaya koyacak.

Özetle aslında 1999’dan 2022’ye gelene kadar neden hiçbir şeyin değişmediğini ortaya koyan fotoğraf tamda budur. Bu fotoğraf herkesin konuştuğu kimsenin sorumluluk almadığı havanda su dövmenin fotoğrafı çözümsüzlüğün resmidir. Hani bir Abidin’imiz olsa da bize mutluluğun bir kare resmini yapsa diyeceğim de. Daha çok Abidin bekleriz ve daha çok mutluluk ararız böyle giderse…