Ben seviyorum bu tür yaşanmışlıkları. Ders çıkarılması gereken ya da hayatımıza bir şekilde dokunmasını istediğimiz gerçekler üzerinden “DEDE KORKUT” masalı diye de yorumlanabilen hikayeleri ara sıra paylaşmayı yazmayı ve anlatmayı seviyorum. Son yaşanmışlıklardan sonra aklıma geldi.

Aşağıdaki hikayenin kahramanı Mehmet Doğan Cüceloğlu (9 Şubat 1938, Mersin – 16 Şubat 2021, İstanbul), Türk psikolog ve akademisyendi. Kişisel gelişim kitapları ve televizyon programı ile tanındı. 1980-1996 yılları arasında ABD'nin Fullerton şehrindeki Kaliforniya Eyalet Üniversitesinde görev yaptı; kırktan fazla bilimsel makale yayımladı. 1990'lardan itibaren Türk insanının duygu, düşünce ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları ile inceleyen Türkçe kitaplar yayımladı.

İşte Doğan Cüceloğlu anlatıyor, “Ben Amerika’da doktora programına ilk gittim ve çalışıyorum. Zannederim iki ay falan sonra… Bizim syllabus dedikleri, haftaya göre hangi konular işlenecek, sınav ne zaman yapılacak falan yazdıkları bir kağıt var. O gün geldi, hoca sınav sorularıyla geldi. Sınıfta zannederim 12 kişi falandık.  “Evet, daha önce de söylediğimiz gibi bugün sınav var. Ben şimdi kağıtları dağıtacağım. Bir okuyun lütfen" dedi. “Bir 10 dakika, 15 dakika burada kalacağım. Eğer sormak istediğiniz şeyler varsa açıklığa kavuşmamış, bana sorun onları anlatayım. Koridorda 247 numaralı odadayım. Bırakırsınız bitirdikten sonra.” dedi. Hakikaten bazı insanlar el kaldırdı, sordular. Ondan sonra adam çekti gitti. “Ulan numara mı yapıyor?” diyorum yani. “Ne var, burada bir şey mi var?” falan şeklinde. Herkes gayet normal çalıştı. “Allah Allah.” Kitabını çıkar, bak, birisine bir şey sor, konuş falan şeklinde; hiç öyle bir şey olmadı. Neyse akşam kaldığım yurda gittim. Orada Rauf adında bir arkadaşım vardı. “Rauf inanıyor musun bugün ne oldu?” dedim. Önemli bir şey söyleyeceğim sandı. “Ne oldu?” dedi böyle. Bir şey bekliyor. Dedim “Profesör ? -adını tam hatırlamıyorum şimdi-  geldi. Böyle böyle, sınav kağıtlarını verdi ve adam çekti gitti.” Rauf böyle dinledi, sonra bana baktı “Gitmese miydi Doğan?” dedi. O da benim hayret etmeme hayret etti. Böyle bakakaldım. “Ama” dedim “yani sınav durumu” Baktı “Doğaaan, utanmalısın kendinden.” dedi. “Sen bir doktora öğrencisinin. Yani orada kalmalı mıydı?” dedi. “Nasıl bir bilim insanı olabilirsin sen ki?” dedi. Vaaaaay!  Düşüne kaldım.”

Aslında o kadar önemli bir anekdottur ki anlattığı çoğumuz bunu zaman zaman es geçeriz. Sorsanız toplumda herkes kendine “güven duyulması” gereken insan olarak tanımlar. Hiç yoğurdum ekşidir diyene rastlayamazsınız. Halbuki rahmetli Doğan Cüceloğlu’nun anlattığı bu hikaye üzerinden kitaplar yazılır biliyor musunuz? Her insan hayat boyu güvenebileceği insanlar arar. Herkes güvenilir midir? En çok sorgulamamız gereken şey tam da budur. Eğer güven ve kurallar ülkesi olsak ne güzel olurdu değil mi? Arkanızı döndüğünüzde arkanızdan iş çevirmeyecek dostlarınız olsun istemez misiniz? Sınavda sahtekarlık yapmayacak öğrencileriniz olsun, kendisine güvenebileceğiniz komşularınız olsun istemez misiniz? Mesela size yalan söylemeyecek yöneticileriniz, kurumsal bir ahlaka dayalı işyerleriniz olsun istemez misiniz? Herkes ister değil mi?  Her şeyi gerektiğinde yüzünüze açıklıkla söyleyebilecek, sizi gerektiğinde uyaracak dostlarınız olsun istemez misiniz? 
Kendinize göre değil, herkese ve her şart altında dürüst ve güvenilir insanlarımız olsun istersiniz değil mi? Peki bütün bunları isterken göğüs kafesinizin altında bulunan o et parçasını yani kalbinizi bir yoklayın isterseniz. Başkalarından beklediğiniz o ahlaklı ve güven veren duruşu siz sergileyebiliyor musunuz? Sorular çok cevapları belirsiz!