SMA ve DMS hastası çocuklarımız ile ilgili olarak bugüne kadar ne yapabildik? Bu ay merhamet ayı, rahmet ayı, bereket ayı… O sosyal medyada yalvaran anne babaları görünce, onların çaresizliklerine tanıklık edince yüreğim inciniyor, başıma ağrılar saplanıyor. Çünkü bu çocukların hayata tutunması için çok pahalı tedaviler uygulanması gerekiyor. Bu konuları geçtiğimiz gün bir arkadaşımızla konuşurken arkadaşımızla, “Bu tedaviler devlet eliyle olursa 600 bin dolar, kişisel çabayla olursa 2.5 milyon dolar” diye konuştuk kendi aramızda. Arkadaşım dedi ki; “Bu tedavilerin yüzde yüz garantisi yok!” Doğrudur. Devlette belirli oranda tedavi için imkanlarını seferber ediyordur buna da eyvallah derim. Ancak umudu büyütmek isteyen, gözlerinin önünde çocuklarının eriyip gitmesine gönülleri asla razı olmayan çaresiz anne babaların arayışlarına da kayıtsız kalmak mümkün değil. Ya ben çok yufka yürekliyim, ya da toplumsal anlamda empati eksikliğimiz var. Hani deniliyor ya, “Ateş düştüğü yeri yakar!” Allah kimseye böyle bir dert vermesin, derdi olanlara da şifa versin diye dua ediyorum hep.
Çünkü insanın kendinden bir parçanın kaybolup gitmesine, acılarının her geçen gün artmasına nasıl tahammül etmesini bekliyoruz?
Evden ofise gelirken bazen siyah 44 numaralı otobüsü kullanıyorum. İşte o günlerde Işıklar Mahallesi civarında bir durakta zaman zaman muhtemelen yaşı 40 civarında olan engelli bir çocuğunu tekerlekli sandalye ile otobüse bindiren bir anneyi gördüğümde öyle içim cız ediyor ki. Ve o an kendimi tutmakta emin olun öylesine zorlanıyorum, öylesine üzülüyorum tahmin bile edemezsiniz..
Yine çok sevdiğim bir arkadaşım var. Doğumda yaşadığı aksilik sonucu engelli doğan birde oğlu var. Yıllar sonra iki sağlıklı çocuğu daha oldu. Ancak yıllarca engelli çocuğuna kendisi baktı. Eşi kendisini önce terk etti, sonra vefat etti. Engelli deyince öyle böyle değil. Gerçek anlamda bakıma muhtaç. Eğer bugün yanılmıyorsam 40 yaşın üstünde. Diğer çocukları da ev bark sahibi olup kendilerine birer yuva kurdular. Şu an arkadaşım o bakıma muhtaç çocuğu ile baş başa… Örneğin o aklıma gelince, onunla karşılaşınca da bir başka hüzünlenirim… Hani ünlü bir iş insanımızın engelli bir oğlunun hikayesini de bilirsiniz. Ayakkabı fabrikaları var ama oğluna bir çift ayakkabı giydiremiyordu. Ona sordular: “Bu konuda ne düşüyorsunuz?” verdiği cevap, “Keşke bu kadar malım mülküm olmasaydı da oğlum ayağına bir çift ayakkabı giyecek kadar sağlıklı olsaydı!” şeklindeydi.
Dünyanın bütün servetleri bir tarafa, evlat bir başka tarafa, sağlık bir başka tarafa değil mi? Elbette bizim gibi düşünmeyenlerde olabilir ama yüzde 99.999 kişinin böyle düşündüğünden eminim. Zira dünyada en önemli şey sağlıktır. Boşuna söylememiş Sultan Süleyman, “Cihanda olmaya bir nefes sıhhat gibi!”
Şimdi benim dostlarıma önerim şudur; en azından mübarek ayın hürmetine böyle çaresizce çocuklarının sağlığı için yüreklerinde biraz umut taşıyan insanlarımıza küçük küçük de olsa yardımcı olalım. Derler ya hani, “Umudum kalacağına emeğim kalsın!” tam da o dur bugün çaresizce insanlardan yardım bekleyen vatandaşlarımızın konumu… Betona, çiçeğe böceğe yatırdığımız, yaptığımız yardımların bir kısmını da gerçekten böyle çaresizlik içinde bekleyen anne-babalara yapabilsek ne kaybederiz?