Türkiye asıl sorunlarını halının altına süpürdü mü? Örneğin emekli ikramiyeleri ile ilgili yasal düzenleme önümüzdeki haftaya kalmış görünüyor. Zira İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, diplomasının üniversite yönetimi tarafından iptal edilmesi tartışmaları bir anda tartışmaları alevlendirdi. Türkiye’nin en önemli sıcak gündem maddesi Mega kentin belediye başkanın iki ayrı soruşturmadan dolayı gözaltına alınması oldu. Elbette bundan doğal bir şey olamaz. Bu peş peşe gelen haberlerin ardından üniversiteler ve sokaklar hareketlendi. Döviz hızla arttı, borsa düştü, altın yükseldi. Ekonomistler diyorlar ki, “Türkiye ekonomisi bir gecede yüzde 3 kayba uğradı!” Bu sıradan bir olay değil. Yüzde 3 küçük bir rakam olarak görülebilir. Ancak Türkiye gibi büyük bir ülkenin, çok önemli ekonomik büyüklüğünün yanında yüzde 3 gibi bir daralma gerçekten büyük bir rakam. Türkiye ekonomisi durağan dönemlerde yüzde 3 büyüdüğünde biz bunu hissetmesek de, “Her şeye rağmen ekonomik olarak yüzde3 oranında büyüdük” diye övünüyoruz.
Bu ekonomik daralmanın faturası kime çıkacak derseniz? Dar gelirli, sabit ücretli, asgari ücretli ve emekliler bu faturanın çok daha büyük bir bölümünü ne yazık ki sırtlanmak zorunda kalacaklar. Bugüne kadar “enflasyona ezdirmedik” sözlerinin aksine fakir fukaranın ekmeği biraz daha küçülecek.
Bakın size küçük bir örnek vereyim. Bundan önceki yıllarda odaların, kurumların düzenledikleri iftar sofralarına çok konuk olduk. Oralarda görevimiz gereği oturduk, insanlarla görüştük, sohbet ettik. Bir anlamda Ramazan sofraları buluşma, hasret giderme ve şehrin aktörleri ile buluşma noktaları oluyor.
Bu yıl bir tek iftar davetinin dışında hiç davete katılma imkanım olmadı. Ancak ilk ve tek katıldığım iftar sofrasındaki muhabbeti söyleyeyim size. Malum bu tür sofralarda gerçekten dar ve sabit gelirli kesimlerin göremeyeceği kadar zengin menüler olur. İftariyelik, ardından çorbalar, ana yemekler, içecekler sınırsız, tatlılar vesaire… Benim için çok fark etmese de insanlar için sofranın görünümünün fark ettiğini bu iftarda fark ettim. Ezana az bir süre kala insanlar kendilerine ayrılan masalara oturuyordu. Bizim masamıza da birkaç meslektaşımızın yanı sıra tanımadığımız birkaç kişi daha verilmişti. İki kişi sanıyorum ki birbirlerini tanıyorlardı. Merhabalaştık el sıkıştık, sonra herkes kendi tanıdığı ile sohbete koyuldu. Bir ara yanımda oturan iki kişi kendi aralarında konurlarken biri diğerine; “Bak iftariyelik tabağında bir pastırma bile yok!” dedi. Diğeri de, “kolay mı kardeşim senin pastırma fiyatından haberin var mı? Kilosu 2 Bin TL’yi aştı! Kolay değil bin kişiye birer parça pastırma ne desin” diye konuştu.
Yani anlayacağınız zengin sofralarında zengin menülerinde bile eksikler göze çarpmaya başlamışsa ülke ekonomisinin bir gecede yüzde 3 küçülmesi, daralması ne anlama geliyor, varın siz hesap edin. Doğrusunu isterseniz yaşadığımız bu gelişmeleri öyle sıradan gelişmeler olarak ele almak hiç mümkün değil. Diyelim ki 19 Mart sabahına geri dönsek bu kaybettiklerimizi geri kazanabilecek miyiz? Ha bu arada birinin kaybettiği yerde birilerinin de kazandığını ekonomiyi tarif edenler mutlak surette söylerler. Tamam, vatandaş kaybetti de kimler kazandı acaba? Türkiye kaybederken kimler ellerini ovuşturdu dersiniz?
İşin ne hukuk kısmına hakimim, ne de ekonomi kısmına? Çünkü ne hukukçuyum ne de ekonomist. Ama ortada öyle bir fırtına esiyor ki, vatandaş gerçekten kara kara düşünüyor. Vatandaş kaybettiklerinden dolayı öfkeli, kayıplarını kimin telafi edebileceğini düşünüyor. İşte sıcak gündemin getirdiklerini böyle özetleyebiliyorum ancak…