Geçtiğimiz günlerde lise WhatsApp grubumuzda arkadaşımız bir alıntı yazı paylaştı. Yazıyı baştan sona kadar bir solukta okudum. Yazıyı soluk soluğa okurken bir anda kendimi de içinde buldum. Arkama yaslandım. Bende çocukluğuma döndüm. ilkokulda yurttaşlık bilgisi, ortaokul lisede tarım dersi, mantık, sosyoloji, felsefe dersi okuduğumuzu hatırlıyorum. Defalarca seyredilen, seyredildikçe de halen güldüren Hababam Sınıfı’nda yapılan bilgi yarışması gibi bizim dönemimizde de yarışmalar yapılıyordu. Herkes okuyordu. Ders çalışıyordu. Yazılı sınavlar sonrasında tahtaya çıkarak sözlü sınavla sınıf geçerdik. 

Bizler gerçekten sınırlı sayıda olan ve de tükenen bir nesiliz.                               

Düşünüyorum da; okuldan sonra akşama kadar sokakta oynardık. Televizyon olmadığı için izleyemezdik. İnternet arkadaşlarıyla değil, gerçek arkadaşlarla oynardık. Susadığımız zaman şimdiki gibi şişelenmiş su değil, musluklardan su içerdik. Sağlıklı olabilmek adına annelerimiz ek gıda takviyeleri, vitaminler vermezlerdi. Naylon ayakkabılar ile dahi hasta olmazdık. 

Karnımız mı ağrıyor, öksürüğümüz mü geçmiyor, gözümüz mü şişti, kulağımız duymadı mı, her türlü şikayetimizde doktorumuz Mehmet (Anlıtan) Bey vardı. Kendisinin verdiği ilaçlar ile şifamızı buluyorduk. Geçtiğimiz günlerde rahmetli oldu. Allah Rahmet eylesin. 

Çoğu zaman kendi oyuncaklarımız ile oynardık. Kağıttan, çıtadan uçurtmalar yapılır uçururduk. Misketlerimiz vardı oynadığımız. Bildiğiniz gazoz kapakları bizler için çok kıymetli oyun araçlarıydı. Uzun eşeği, saklambacı, seksek oynamayı, körebeyi severek, eğlenerek oynardık. Karnımız acıktığında ekmeğin üstüne yoğurt, yağ sürüp üstüne şeker serperek, reçel sürerek yiyen ve bundan mutlu olan bir nesiliz. Ailemiz zengin değildi. Bize mal mülk değil, sevgi verdiler. Para isteyince; “Pantolonumu getir.” diyen o güzel babaların çocuklarıyız bizler. 

Cep telefonlarımız, kişisel bilgisayarlarımız, internet sohbetlerimiz olmadı bizlerin. Ancak şöyle bir düşünüyorum da gerçek arkadaşlarımız vardı. Arkadaşlarımızın evine davetsiz gidebilirdik. Onlarda bizim eve davetsiz gelebilirlerdi. 

Rahmetli annemin yaptığı börek, keki çayla yerken eğlenerek, sohbet ederek, ders çalışırdık. Evlerde ve de evlerin önünde çaylı sohbetlerin olduğu bir nesiliz biz. 

Kendine özgü, ebeveynlerine danışan, saygılı olan, söylediklerini dinleyen bir nesiliz. Ebeveynlerimizin öğretmenimize “eti sizin kemiği benim “diye teslim ettiği, öğretmenlerimizin de bu emaneti gözlerinden sakınarak koruduğu, kulağımızı çeken öğretmenimizi evde şikayet edemediğimiz, öyle bir durum da babamızdan azar işiteceğimizi bildiğimiz bir nesiliz.Hele öğretmenin çocuğa bir sitemin de, anne baba, dayı hala, enişte bacanak hep birlikte okul basıp, sen bizim çocuğumuzun psikolojisini nasıl bozarsın diye öğretmen döven şimdiki nesille uzaktan, yakından kesinlikle ilişkimiz yok bizim.  

Okumuş olduğum yazı ile adeta geçmişime döndüm. Ne kadar güzel, bir çocukluğumuz olmuş. Yazımı yazarken de duygulandım. Yokluklar olmasına rağmen mutlu bir çocukluğumuz olmuş.                                                                     

Geçmişten bugüne geldiğimde, düşünüyorum da; tükenen bir nesiliz.