Türkiye’de ekonominin ayarları öylesine bozuldu ki, kimi dinleseniz hak veriyorsunuz. Örneğin ekmek üreticilerini yani fırıncıları dinliyorsunuz haklılar. 8 TL’den 10 TL’ye çıkan 200 gram ekmek fiyatının bile yetersiz olduğunu söylüyorlar. Tahıl üreticisini dinliyorsunuz geçtiğimiz yıl açıklanan buğday alım fiyatının 8 TL olduğunu hatırlatarak, “Bir kilo buğday bir ekmek etmiyor” diye isyan ediyor.

Süleyman Buluşan’ı uzun yıllardır tanırım. Ziraat Odası Başkanı olduğu dönem de Yeşil Sakarya Üreticiler Birliği Başkanı olduğu dönemde de “doğruya doğru” diyebilen bir isim olarak hafızamda yer etti. Üreticiler adına söylenmesi gereken her şeyi doğrudan kendisi ilgili makamlara ulaştırdığı gibi medya yoluyla da gerekenleri hep söyledi. Buluşan şöyle diyor, “Biz üretici olarak buğdayı 6 lirayla 8 lira arasına sattık. Bu şartlarda bizim üreticimiz hakkını alamamış oluyor. Ekmek bir yılda üç kez zamlandı. Elbette maliyet artışları sebebiyle meydana gelen bu artışlardan dolayı bizim kimseyi suçladığımız yok, kazandıkları parada da gözümüz yok. Bu zam neye dayanarak alındı? Maliyetlere dayanarak. Peki, üretici yılda bir defa ürettiği ürünü neden fiyatını sağlıklıca alamıyor? Geçtiğimiz yıl bizim sebze üreticimiz hem yer değişikliği olsun diye hububat ekmeyi tercih etti. Sonuçta buğdayını 6 TL ile 8 TL arasında sattı. Yani bugün 8 liraya buğdayını sattı veya 10 TL buğdayını sattı diyemiyoruz. Bunun sebebi ne? Bir de yeterli kilo alamadı. Bu açıdan üreticimizin mağduriyeti ortada. Bizim burada bir tek bir hedefimiz var. Üretici hakkını, alın terinin karşılığını alabilmeli. Bugün hakikaten bir kilo buğdayla bir ekmeğe kıyaslayacak zaman üreticimiz mağdur burada ve aynı zamanda tüketici de mağdur oluyor.”

Konuyu biraz daha açalım. Üreticiler adına konuşan Buluşan, “Doğrudur fırıncının maliyet artışları vardır. Ancak buğday üreticisinin de maliyet artışları var. Geçtiğimiz yıl aldığı gübreyi bu yıl aynı fiyata almadı. Geçtiğimiz yılın sulama maliyetleri ile bu yılın sulama maliyetleri aynı değil, Geçtiğimiz yılın hasat maliyeti ile bu yılın hasat maliyeti arasında fark var. Bütün bunlar göz önüne alınarak bir taban tavan fiyat belirlensin. Bu maliyet artışları gerçekçi veriler üzerinden olsun” demek istiyor. Üretmek gerçekten çok zor. Bugün kırsal kesimin boşalmasının yegane sebebi köylünün ürettiği ürünün hak ettiği değeri bulmaması ve üreticinin maliyetlerinin çok altında elindeki ürünü çıkarmak zorunda kalmasından kaynaklanıyor. Köyle üreterek zarar etmektense, şehirde asgari ücretle geçimini sağlamaya çalışmayı tercih ediyor kırsal kesim insanı. Bugün tarımda çalışan nüfusun yaş ortalaması 58 olarak biliniyor. Yani hem kentli nüfusumuz, hem de kırsalda üreten nüfusumuz yaşlanıyor. Bu aslında gerçek anlamda “Beka tehdidi” anlamına da geliyor. Emin olun bu politikalar sonucu yakın gelecekte tarım sektöründe çalıştıracak eleman bulmakta çok ama çok zorlanacağız. Terk ettiğimiz topraklara yarın birileri gelip yerleşirse onları oradan söküp atmak gerçekten mümkün olmayabilir. Çünkü hayat boşluk kabul etmez. Hayat bileşik kaplar teorisinin ta kendisidir. Sizin boşalttığınız alanları birileri gelip doldurabilir. Hiç akıl alır gibi değil. Üretici mağdur tüketici mağdur. Bir tarafta 10 Bin TL emekli maaşı ile yardıma muhtaç hale gelmiş çok büyük bir emekli kesimi, diğer tarafta sattığı 1 kilo buğday 1 ekmek etmeyen köylü üretici. Bir tarafta sattığı 1 litre süt nerede ise 1 litre suya denk gelen süt üreticisi. Acilen çözülmesi gereken sorunun ne olduğu artık çok net bir biçimde ortaya çıkmıştır. İçine düştüğümüz kaotik ortamda çıkışın tek yolu çok üretmek, maliyet artışlarının önüne geçmek ve tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanlarımızın gerçek bir teşvike kavuşturmak olduğunu artık anlayan anlamıştır. Ekonomide uygulanan ve her defasında bir şekilde tüketimi kısma kısır döngüsünden çıkmanın tek yolu üretirken ve tüketirken tasarruf etmekten geçiyor. Biz bu kıt aklımızda böyle düşünebiliyorsak ekonomi uzmanları bu konuya ne derler acaba?