Dün Yeşil Sakarya Vadisi Üreticiler Birliği Başkanı Süleyman Buluşan ile konuştum. Başkan Buluşan öyle çakma başkanlardan değil. İşinin başında toprağın kokusunu içine çeke çeke çalışan bir üretici. Uzaktan kumandalı işlerini birisine havale eden işinin “ağası” olanlardan değil. Toprağı kazar, eker, biçer, kaldırır, kasasını taşır, pazara ürünü bizzat kendisi hazırlar, ilaçlar, ürünü sular vesaire vesaire…

Kendisine,“İşler nasıl geçti, neler oluyor üretim dünyasında?” diye sordum. Süleyman Buluşan öyle lafı eveleyip geveleyen insanlardan da değil. Dümdüz konuşur, bildiğini kendine saklamaz, siyasi bir endişe ile hareket etmez. Kısa sohbetimizde bir sürü şey anlattı. Anlattıklarının en çarpıcı kısmında, “Biz ürettik ama satamadık, ürün tarlada kaldı. Vatandaş o kadar üretim bolluğuna rağmen ucuza ürün yiyemedi. 2024 yılı 2023’den çok daha kötü geçti. 2025 yılı için de önümüzü göremiyoruz” dedi.

Başkan Buluşan iklim krizinden, yağış rejiminin değişmesinden, üretim maliyetlerinin sürekli olarak artmasına kadar pek çok şey anlattı. İklim değişikliğinin hem dünyanın hem de ülkemizdeki üreticilerin en büyük derdi olduğunu söylerken, “Eskişehir’de yer altı suları 100 metrenin altına indi. Yağışlar yetersiz ve yağdığında da afet sebebi oluyor. Örneğin yaz boyunca yağmayan yağışlar bir kez yağdı, hem şiddetli oldu, hem de hastalıklara yol açtı. Havadaki tüm zehirli maddeler ürünlerin üzerine yağdı. Böyle olunca üretici ne yapacağını şaşırdı. Özellikle işçi ücretleri bir anda 300-400 liralardan 700-800 liralara kadar yükseldi. İlaçtı, gübreydi derken maliyetler aldı başını gitti. Buna rağmen biz tarlada maydanozu 3 TL’den satamazken tüketici 15 TL’ye satın aldı. Biz domatesi 5 TL’den, biberi 15 TL’den satamadık. Ama marketlerde pazarlarda hiçbir zaman domates 25 TL’nin, biber de 35-40 TL’nin altına düşmedi. Desteklemeler yapılıyor. Ancak burada da üretici haklı olarak ürün planlaması yapılmadığı için destekleme yapılan ürünleri ekip-biçiyor bu da arz talep dengesini bozuyor. Biz eğer planlı üretime ve planlı pazar uygulamasına geçmezsek 2025 yılı da üretici için bu yıldan çok daha fazla zor geçecek” şeklinde konuştu.

Destekleme imkanlarını sordum. Üreticiye destek sağlandığını ancak bu desteklerin “havza bazlı üretim teşviki” olması sebebiyle çözüm olmaktan ziyade yeni sıkıntıları da beraberinde getirdiğini anlattı. Ürün planlamasının ısrarla şart olduğunun da altını çizerek, “Tarım Bakanlığı yetkilileri kendileri açısından yaptıklarını anlatıyorlar. Muhalefette tarımda yapılamayanları, eksikleri gündeme getiriyor. Herkes kendine göre haklı ama burada hem üretici, hem de vatandaş mağdur oluyor” ifadelerini de kullanmayı ihmal etmedi.

Sevgili başkanın anlattıklarında belki eksik aktardıklarım vardır ama emin olun tarlaya inmeden, yapılanları görmeden kağıt ve harita üzerinde sorunları çözmek hiçte kolay bir şey değil aynı zamanda mümkün de değil. Toprak analizi ile hangi arazilerin hangi ürüne uygun olduğunun teknik olarak belirlenmesi gerekirken, “Biz teşvik verdik ne olursa olsun” mantığı doğru bir mantık değil. Üretici perişan, tüketici perişan peki perişan olmayan kim diye soracak olursanız? Onun cevabını da ilgilileri versin. Çok acı bir gerçeğin altını çizmekte yarar var. Bu uygulamalardan sonra, “üretirken batmak” buna denir. Örtü altı tarım uygulamaları için birilerine sağlanan yüzde 50 hibenin kimseye bir faydası olmadığını söyleyeceğiz! Galiba parası olanın işine yarayan bu uygulamanın küçük ve sermayesiz, sadece emeğe dayalı üretim yapan çiftçilerin de bir anlamda bundan vazgeçmesine sebep olacak yanlıştan birileri döner mi dersiniz? Göz göre göre yanlış diye buna denir, hatta eskiler derler ki , “bile bile LADES” nasılsa yırtılan “Bektaş Paşa’nın şalvarı!” kimin umurunda.. Şimdi soracaksınız “lades” nedir diye de onu da bir ara anlatırım…