Bir zamanlar sebze-meyve ve tahıl üretiminde dünyada kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biri olarak övündüğümüz Türkiye bugün üretme konusunda yaşadığı sıkıntılar sebebiyle aynı zamanda tarım ürünlerinde de ithalata dayalı bir politika uygulamak zorunda. Çünkü bir taraftan üretim maliyetlerindeki artış, diğer yandan kırsal alanlardaki üretim cazibesinin kaybolması ve bu sebeple kentlere göçün hızlanması tarımsal üretimde geriye gitmemizin en önemli sebeplerinden birisi. Bugün tezgahlarda özellikle mangosundan, ejder meyvesine, ithal muza, avokadoya kadar çeşit çeşit meyve görüyoruz. Bunun yanında üretici maliyetleri çok yüksek olduğu için üretim merkezi ile tüketim noktası arasındaki uçurumun bedelini hem üretici hem de tüketici ödüyor.

Bugün Dünya Çiftçiler Günü. Daha birkaç yıl öncesine kadar her şeyi kendi üreten bir ülkenin tarım ürünleri konusunda ithal eden bir ülke konumuna düşmek gerçekten üzücü. Mustafa Kemal Atatürk diyor ki, “Çiftçi milletin efendisidir!”

Tarım ve hayvancılığı yakından bilen ve takip etmeye çalışan birisi olarak çiftçinin ne kadar zor şartlarda ürettiğini biliyorum. Tarım ve hayvancılık çok zahmetli bir iş. Üretirken çocuk büyütmek gibi çok hassas olması gereken üreticinin ne gecesi ne gündüzü var. Ben görüyorum, tarımdaki pek çok insanın romatizma kaynaklı rahatsızlıklar sebebiyle parmakları büzüşmüş, ayak parmakları, dizleri bükülen insanların emekleri hiçbir şeye değişilmez. Tarlasını eken, gübreleyen, sulayan ve sonra hasadını yapan insanların tatilleri tarlada, dinlenme vakitleri ahırda geçen insanların en büyük moral kaynakları ürettikleriyle övünmekten başka bir şey değil.

Şimdi 86 milyonluk bir ülkede sofralarımıza etini, sütünü, sebze ve meyvesini, ekmeğini gönderen köylünün, çiftçinin ve hayvancılıkla uğraşan insanların emeklerini görmezden gelmek gerçekten büyük haksızlık olur… Çünkü kendi kendini beslemekten aciz ve uzak bir ülkenin insanları başkalarının eline bakmaya mahkum hale gelirse işte orada büyük sıkıntılar başlar.
Bizim ülkemizin insanları gerçekten çalışkandır. Son yıllarda hazır tüketime yönelsek de, bu konuda biraz tembelleşsek de üreticinin sırtı sıvazlandığında, önü açıldığında yeniden ayağa kalkmak mümkündür. Çünkü bu topraklar bereketli topraklardır, insanları çalışkandır. Yeter ki ciddi bir motivasyon sağlansın. Milyonlarca hektarlık topraklarımız ve bu toprakların üretken insanları daha düne kadar bu işi başarıyordu, bugünde başarabilecek gücü ve iradeyi ortaya koyabilir. İthalata ödediğimiz milyarlarca doların belki beşte birini destekleme bedeli olarak çiftçimize harcayabilsek gerçek anlamda yeniden ayağa kalkmak mümkün olur.

Bugün özellikle hayvancılık anlamında da ciddi sıkıntılar ile karşı karşıyayız. Süt ve et üreticileri yüksek maliyetler sebebiyle ellerindeki hayvanlarını elden çıkarıp kırsalı terk edip şehre göçüyorsa sorun büyük demektir. Çünkü bir litre sütün maliyeti olarak bakmamak gerek. Eğer süt üretemiyorsanız, siz et üretiminde de sıkıntıya düşersiniz. Çünkü her süt hayvanı aynı zamanda damızlık hayvanlar için büyük bir nimettir. Türkiye’nin en önemli sorunu kendi üretimini desteklemek yerine özellikle piyasayı dengelemek için ithalat silahını kullanmaktan vazgeçmesi gerekiyor.

Geldiğimiz noktada ne yazık ki üreten bir ülkeden, çocuklarını ve insanını yüksek maliyetler sebebiyle tüketemeyen bir topluma dönüştüğümüz gerçeğini gözden kaçırmadan yeniden ayağa kalkmak için “köylüyü gerçekten milletin efendisi” yapmamız gerektiğini hatırlatıyorum.