Türkiye yüksek enflasyon ile boğuşuyor. Bu arada dar ve sabit gelirli kesimler gerçekten çok sıkıntılı bir süreci geride bıraktıklarını düşünseler de önümüzdeki sürecin geçtiğimiz dönemden daha iyi olacağını söylemek mevcut tabloda mümkün görünmüyor. Dar ve sabit gelirli kesimlerin alım gücü sürekli düşerken gelirlerinde bunu telafi edecek bir artışta söz konusu değil. Her ne kadar “çalışanlarımızı ve emeklilerimizi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” türünden açıklamalar yapılsa da söylenenle gerçekler örtüşmüyor.
Şimdi bütün emekliler kendileri ile ilgili olumlu bir karar bekliyor. Daha düne kadar asgari ücretin altına düşmeyen emekli maaşları bugün asgari ücretin altında kaldığı gibi bir de aradaki makasında açılmaya başladığı gerçeği ile yüz yüzeyiz. Her neyse bunun dışında Aralık ayının son haftasında açıklanan ve bir yıl süre ile geçerli olan yeni asgari ücret için Ocak ayında çalışan insanlar bu maaşlarını Şubat ayında alacaklar. Ancak bu arada marketlerde, pazarda mağazalarda zamlar peş peşe etiketlere yansıtılmaya devam ediyor. Özellikle gıda sektöründeki fiyat artışları gerçekten insanların daha eline geçmeyen paranın hesabı üzerinden yapılıyor. Hani şu meşhur üç harfli alışveriş merkezleri var ya işte onlardan birindeki bir kaç fiyat üzerinden örnek vereyim. 5 Litrelik kendi markası ay çiçek yağının fiyatı 25 Aralık tarihindeki fiyatı 179 TL idi. Gidin bakın şimdi aynı miktar ay çiçek yağının fiyatı 193 TL olmuş. Yine bir başka marketin kendi markası 1 kilogram çayın fiyatı Aralık ayının sonunda indirimli fiyatı ile 73 TL iken bugün 93 TL den satılıyor. Sanki bu firmalar sözleşmiş gibi bir merkezden yönetiliyormuş gibi fiyatlarına ayar çekiyorlar. Yahu insaf edin, merhamet edin bunu da yapmayın diyeceğiz ama kime ve neye?
Bir kere daha bir gerçek ortaya çıkıyor ki büyüğünden küçüğüne ticari hayatta pek çok firma fırsatçılık yapıyor. Belki de bir kısmının sermaye kaybının önüne geçmeye çalıştıkları için böyle davrandıklarını da söylemek mümkün olsa da büyük sermaye her zaman küçük sermayeyi yutmak için elinden geleni yapıyor. Enflasyonist ortamlarda sermaye sahipleri kazanan tarafta olurken dar ve sabit gelirli kesimlerin her zaman kaybeden tarafta olması da tesadüf değildir.
Bugün yaşananları bir siyasi kaygıyla değil, sadece insani kaygıyla değerlendirmeye gayret ediyorum. Özellikle yaşananları gördükten sonra dar ve sabit gelirli kesimlerin en savunmasız olan bölümü emeklilerin durumu gerçekten vahim. Defalarca bu sütunlardan, emekliler için “askıda ekmek, pazarda çıkma” beklentisinden bu insanlarımızı kurtarmak gerektiğini anlatmaya çalıştım. Emekliler hayatlarının son baharında biraz olsun nefes almak istiyorlar. Halbuki çokça tartışılan maaşları üzerinden emeklilerin her geçen biraz daha kırdığımıza işaret etmek istiyorum. Çünkü hangi emekli ile konuşsak biraz sitemkarlar, biraz kırgınlar, hatta biraz da kızgınlar. Örneğin bir dostum bir gün şöyle dedi; “Yahu bu emekliler bu ülkenin kamburu olarak görülmekten ne zaman vaz geçilecek? Biz bu ülkeye hizmet etmekten çok ne gibi bir hata yapmışız? Gerçekten hala bu kadar acı gerçekler ile yüz yüze gelmişken yapılan yorumlar karşısında canım acıyor! Her gün emekliye kaç lira verilsin, yüzde kaç zam yapılsın tartışmalarından başka bir şey yapılmıyor. Biz çocuklarımızın, torunlarımızın yanında gerçekten çok eziliyor. Biz maaşlarımıza zam değil fiyatların indirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Çünkü emeklilerin tümüm bu ülkeyi seviyor.”
Doğrusu bu dostumuza yaptığı yorumlardan dolayı diyebileceğimiz hiç bir şey yok. Umut edelim ki emeklilerin bu sesi duyulsun en azından onları inciten, yaralayan değerlendirmeler dikkate alınsın. Çünkü emekliler bu ülkenin hafızası, gençler ise geleceğidir. Hafıza ile gelecek arasındaki köprüler atılırsa bunun kimseye faydası olmaz…