Seçim dönemleri iki kesim için çok telaşlı ve gergin süreçlerdir. O iki kesim siyasetçiler ve gazetecilerdir. Siyasetçiler şölen havasında başlarken son günlerde meraklı bir stres içerisine girer. Gazeteciler için tam anlamıyla yorgunluktur seçim dönemleri. Kampanya döneminden değil aday belirleme sürecinden başlar seçim gecesinin sonuna kadar amansız bir takip işidir. Siyasetçi her kulisi takip etmese olur. Ancak gazeteci her kulisi takip etmek zorundadır. Çünkü onların birinci görevi halkın haber alma hakkını temin etmektir. Halkın haber alma hakkına saygının gereği normal zamanda zaten mesai kavramı tanımayan gazeteciler seçim dönemlerinde iki kat daha fazla mesai yapmak zorunda kalıyorlar.

Elbette her mesleğin belirli zorlukları vardır. Gazeteciliğinde en önemli zorluklarından birisi de budur. Dışarıdan en kolay iş gibi görünen gazeteciliğin sınır tanımaz bir zamanla yarış kısmıdır heyecan verici olan. Gazeteciler sadece işlerini en güzel şekilde yaptıklarında rahat bir nefes alıp dinlenme imkanı bulabilirler. Şimdi bir seçim kampanya döneminin daha sonuna geldik sayılır. Sayılı günlerin kaldığı bu yarışta Pazar günü dananın kuyruğu kopacak. Sonucu merakla bekleyenler sadece siyasetçiler değil, aynı zamanda gazeteciler için aslında seçim öncesi sonucu kestirecek ipuçları vardır. Ancak gazeteciler sonuçla ilgili yorum yapmaktan sonuçlar açıklanana kadar özellikle kaçınırlar. En azından etik değerleri olanlar böyle davranır.

Her neyse siyasetçiler yoruldular ama bu süreçte en çok gazeteciler yoruldu diyebiliriz. Vatandaş yoruldu mu derseniz belki biraz kafası şişti, biraz fazla değerlendirme yaptı ama gördüğüm kadarıyla siyasetçiler kadar istekli ve heyecanlı değiller. Vatandaş kendi derdiyle uğraşmaktan geçim derdi ile boğuşmaktan kampanyalara kulak verecek vakit bulamadı desek yanlış olmaz. Çünkü sahada gözlemlediğimiz kadarı ile iki kutup arasına sıkıştırılmak istenen bir kampanya döneminde vatandaşın siyasete ve siyasetçiye olan bakışında ilginin giderek azaldığını görebiliyoruz.

Peki, eski seçimler öyle miydi? Siyasetçinin coşkusuna vatandaş da eşlik ederdi. Sokaktaki konvoylara, sesli araçlara tezahüratlar ve alkışlar ile eşlik edenlere rastlayabilirdiniz. Hangi partiden olursa olsun vatandaş kapısını çalan siyasetçiyle çay kahve içer selamlaşır hal hatır eder, başarı dileklerini iletirdi. Son iki seçimdir vatandaşın bu heyecanını kaybettiğini görüyoruz. Çünkü insanların siyasi irade beyanı gibi algılanmasından çekindiklerini biliyoruz. Çünkü siyaset iklimi artık bu mantaliteyi kaldırabilecek bir olgunluğunu kaybetmiş görünüyor.

Renkli ve şölen havasındaki seçimleri de özledik emin olun. Çünkü çok renkli, çok çeşitli seçim kampanyalarında liderlerin dillerinden bile bugüne göre “bal damlıyordu!” denilebilir. Meydanlarda Demirel, “benim çiftçim, benim işçim, benim memurum” diye seslenir, Ecevit, “benim halkım, benim emekçim” diye konuşur, merhum Erbakan “kadayıfın altı yandı” der, yine merhum Türkeş, “Milliyetçi Türkiye” diye haykırırdı.

Şimdi meydanlarda ne konuşuluyor? Karşılıklı suçlamalar, tarafgir söylemler, kutuplaştırmaya müsait bağrışmalar… Sonra vatandaştan ilgi alaka bekleniyor. Seçimler gelir geçer ama bizim kardeşliğimiz, komşuluğumuz, akrabalığımız ne olacak? Bir mevki, bir koltuk için bu kadar gerginliğe, kutuplaşmaya değer mi derseniz? Bence hiç değmezde… Tencerenin dibi meselesi işte.. demek ki geçmiş zaman olur ki!.. Geçmişi bu kadar özleyebileceğimizi tahmin bile etmezdim ya neyse… Nereden nerelere geldik.. Akıbetimiz hayrolsun