Önce Sakaryabaşı kaynak suyu kurudu. Adeta hayat pınarı olarak yerden fışkıran suların olduğu yerde şimdi bir avuç yosun ve kurbağa sesleri hakim. Sonra da geçtiğimiz gün aynı bölge de yani Çiftelerde 20 metre derinliğinde derin bir obruk oluştu. Bundan önce Konya ovasından bildiğimiz derin obruklar ne yazık ki yakın çevremizde de oluşmaya başladı. Hatta bir iki yıl kadar önce Sivrihisar’da benzer obruklar oluşunca yetkililer harekete geçmiş bir araştırma değerlendirme çalışması yapılmıştı. Sakaryabaşı kurumaya yüz tutunca burada da bir inceleme çalışması yapıldı. Sonuçta Sakaryabaşı’ ndan yeryüzüne çıkan su kaynağının Afyon’un Bayat ilçesinin yeraltındaki su kaynaklarından beslendiğini bu incelemeler sırasında öğrendik. Afyon Bayat civarında çok sayıda sondaj kuyusu ve vahşi sulama yapmak için yapılan çalışmalar sebebiyle Sakaryabaşı kaynağının kuruduğunu da öğrendik.

Bütün bunlar bize neyi anlatıyor? Çok basit Türkiye su zengini bir ülke değil. Aslına bakarsanız su fakiri ülke bile sayılabilir. Son 50 yıllık süreçte yağış rejimini de derinden etkileyen ormanlık alanlarımızın çıkan yangınlar sebebiyle azalması, bazen de vahşi madencilik ve yine vahşi betonlaşma arzusu sebebiyle ormanlık alanlarımızın tahrip edilmesi sadece bugün için değil yarınlarımız içinde ciddi bir tehdit oluşturmaya devam ediyor.

Ben bir çevre aktivisti değilim. Ancak aklın ve mantığın getirdiği noktada bazı değerlendirmeler yapmak durumundayım. Emin olun şimdi bu yazıyı aslında ilgisi olması gerekenler belki de göz ucuyla bile okumayacaklar. Neden biliyor musunuz? Onu da söyleyeyim. Çünkü içinde “goy goy, dedikodu, siyasi bir popülizm, ya da magazin yok!” Halbuki size bu sütunlardan bir “şu gariban(?!) Polatların” kimi nasıl dolandırdığını falan anlatsam emin olun bu yazılar daha çok okunur. Bir CHP- AK Parti çatışmasını gündeme getirsem de aynı şey olur.

Çünkü bilinen ama gerçek sorunlar konusunda duyarlılığımızı yitirdiğimizi üzülerek görüyorum. Bir taraftan “Feodalizme feda ettiğimiz çocuklarımızın acısını” yaşarken diğer taraftan kesinlikle acilen koruma altına almamız gereken hem ülkemizin ve en çok da çocuklarımızın geleceğinin en önemli teminatların biri olan ormanlık alanlarımızı kaybetmenin yürek sızısını bu ülkede kaç vicdanlı insan çekiyor sayılarını bile bilmiyoruz.

Nereden başladık yine nereye geldik… Çifteler diyorum, Sakaryabaşı diyorum, Obruk diyorum. Neden diyorum biliyor musunuz? Alpu Ovası’ndan sonra Eskişehir ve İç Anadolu’nun en önemli tarımsal üretim alanları göz göre göre elimizin altından kayıp gidiyor. Her türlü tahıl ve yapraklı ürünlerin yetiştiği ülkemizin nadide üretim merkezlerinden biri olan Çiftelerdeki verimli alanlar için yarın, öbür gün bir damla su bulamayacağız.

Sadece o kadar değil. Bakın İç Anadolu’nun “Çukurovası” diye tabir edilen ve klima iklimi dolayısıyla yılda üç kez ürün alınan Sakarı Deresi’nin tepesine de altın ve maden işletmesi adı altında bir “zehir havuzu” yerleştirmeye çalışılıyor. Neymiş altın ve gümüş üretilecekmiş? “Ülkenin yer altı kaynakları değerlendirilmeliymiş!” Yahu kim karşı çıkıyor, yer altı ve yer üstü kaynaklarının değerlendirilmesine. Elbette bu topraklardaki her türlü değer bu ülkenin insanlarının hizmetine sunulmalı. Elbette devlet olarak bunları değerlendirme politikaları takip edilmeli. Ama… İşte orada kalıyor insan. Evet, Eskişehir için tehlike çanları çalıyor ama birilerinin bu tehlike çanları karşısında elini taşın altına koyma cesareti gösterebildiğine ne yazık ki tanıklık etmiyoruz, edemiyoruz. Kimisi koltuğunu, kimisi makamını, kimisi de siyasi erkini korumak için “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” demeyi sürdürüyor.