Sosyal medyayı çok iyi kullandığım söylenemez. Hatta sosyal medya hesaplarına bir şey eklemek için çalışma arkadaşlarımdan, mümkün olunca da çocuklarımdan yardım isterim. Ancak bu sosyal medyayı takip konusunda yetersiz olduğum anlamına gelmiyor. Sosyal medya hesaplarını takip ederken son dönemde gerçekten içimi acıtan, yüreğimi sızlatan; kimi bir anne, kimi bir baba, kimi bir işçi, kimi bir dost olan insanların feryatları yüreğimi dağlıyor. Hemen hepsinin ortak yanı daha gün yüzü görmemiş minicik evlatlarının sağlığına kavuşması için adeta yalvarmaları. Belki benim yumuşak yürekliliğimden belki de fazla iyimser oluşumdan kaynaklanan yürek sancılarım insanları öyle yalvarırken görünce sadece gerçekten sızlamıyor, aynı zamanda kanıyor.
Bakıyorum hepsinin resmi yardım hesapları var. Kimisi, “Yavrumun yaşaması için gören herkesin 300 TL desteğinize ihtiyacı var” diyor, kimisi desteği “100 TL” olarak belirtiyor. Onları öyle çaresiz feryat ederken görünce Ali Ekber Çiçek’in Pir Sultan Abdal’dan derleyip seslendirdiği, “Derdim çoktur hangisine yanayım!” şarkısının sözleri aklıma geliyor. Ne diyor büyük usta? “Derdim çoktur hangisine yanayım? Yine tazelendi yürek yarası. Ben bu derde nerde derman bulayım? Meğer dost elinden ola çaresi. Ben bu derde nerde derman bulayım? Efendim efendim benim efendim. Çok hasretlik çektim bağrım eziktir. Efendim efendim benim efendim. Benim bu derdime derman efendim. Efendim efendim benim efendim”
Ben şahsen hangisine yanacağımı bilemiyorum. Ailelerin, annelerin, babaların, babaannelerin, anne annelerin, dedelerin feryadı ortak, “Yardım edin!” Gerçekten yürek yakan insanı başka alemlere götüren bu bir anlamda isyanlar insan olarak yüreğimizi kanatıyor.
Kimlerden söz ettiğimi siz çok iyi biliyorsunuz. SMA’lı çocuklarımız ve onların derdine derman bulmaya çalışan ailelerinden başkası değil söz ettiğimiz. Minicik yavrularımızın yaşama tutunması için insanların nerede ise, “dilenci konumuna” düşürülmesine de isyan ediyorum. Bir tarafım bana bunu söylüyor. Yardım kampanyasına izin verilenler şanslı diyeceğiz de, ya izin bile alamayanlar ne olacak?
Çıkın Eskişehir’in en işlek sokaklarına veya caddelerine gördüğüm manzara insan olarak beni utandırıyor. Örneğin bir Zeynep yavrumuz var. Her gün sosyal medya hesapları üzerinden başlatılan gönüllülerin katkı yaptığı canlı yayınlar, bazı köşelere konulmuş kumbaralar ve yerel yönetimlerin “destek çağrıları” size bir şey anlatmıyor mu?
Bana çok şey anlatıyor. Bu sebeple Hamamyolu’ndan, Esnaf Sarayı’nın önünden geçerken bile yüreğim ürperiyor, adeta sıkışıyor. Allah kimseyi evladıyla sınamasın. Gerçekten aileler için çok zor bir durum. Onurlu insanlar bırakın başkalarından çocuklarından bile bir dilim ekmek parası istemez, isteyemez. Ancak söz konusu çocuklarının sağlığı olunca çaresizlik içinde her türlü onurlarını ayaklarının altına alıp çalmadık kapı bırakmıyorlar. Bütün bu yaşadıklarımız bana hiç normal gelmiyor. “Ateş düştüğü yakar!” sözünü adeta yeniden yaşıyoruz. Akşam olup evimizin kapılarını kapattığımızda kendi dertlerimizle baş başa kalıyoruz. Yastığa başımızı koyduğumuzda uykularımız kaçıyor ya… İşte öyle düşünün biraz da empati yapın olmaz mı? Hani bizim yardımseverliğimiz, hani bizim dayanışma ruhumuz, hani bizim komşuluk ve insanlık hukukumuz. Çocukları için her türlü çaba gösteren bu insanları yalnız bırakmak bize yakışmaz. Ancak bu konuya kalıcı ve köklü çözüm üretmesi gerekenler kim dersiniz? Onları da atlamayalım ve yönetenlere de sorumluluklarını hatırlatalım. Ne diyor Hz.Ömer? “Fırat kenarında bir kurt kapsa koyunu İlahi Ömer’den sorar onu!”