Halk arasında “attığın taş ürküttüğün kurbağaya değsin” diye bir tabir vardır. Ne yazık ki son dönemde asgari ücretli ve emekliler ile ilgili alınan kararların üzerinden bile yeterince iktidara yönelik bir güç gösterisi yapılamıyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Geçim yoksa seçim var” söylemi ile kitleleri harekete geçirmeye çalışsa da ne yazık ki vatandaş hem eziliyor, hem de olan biteni izliyor. Bu arada ne ana muhalefeti, ne de yavru muhalefeti yeterli görmeyen bazı kesimler kendilerinde vehmettikleri güçle yerden mantar bitirir gibi parti üretmeye devam ediyorlar.
Asgari ücret tespit komisyonunun toplandığı günlerde ana muhalefet partisi genel başkanı Özel bir başka slogan üretmişti, “Asgari ücret en az 30 biz bunun altında yokuz!” Sonra ne oldu? Asgari ücret 22 bin 104 TL olarak açıklandı. Sahi CHP ne yaptı? Haksızlık etmeyelim, sadece CHP değil muhalefet partileri ne yaptı? Ya da asgari ücrete mahkum milyonlar ne yaptı? Birkaç sivil toplum kuruluşu, birkaç muhalif sendika sokaklara çıktı bağırdı, söylendi. Bu yapılanları küçümsemiyorum, eleştirmiyorum. Ancak kendi kaderine razı, sindirilmiş bir toplum haline dönüşmüş geniş kalabalıkların önüne bir de gerçekçi hedefler koyamayan muhalefet partileri olunca tablonun daha da ağırlaşması kaçınılmaz. Sakın kimse yanlış anlaşılmasın sokaklara çıkıp kıralım dökelim, ne var ne yoksa yok edelim demiyorum. Türkiye bunun açısını 1980’e gelirken çok çekti. Yangına benzin döküldüğü yıllardı. O dönemde yakılan, yıkılan fabrikalar, kardeşin kardeşin izine kurşun sıktığı yılları yaşadık. Ancak bugün yaşadıklarımıza da bir anlam vermek mümkün değil… Muhalefet etmek yanlış değil, yanlışa itiraz kültürümüzün bir parçası olması gereken bir davranış biçimi olmasına rağmen zaman içerisinde bu itiraz kültürünü besleyen duygularımızın da erozyona uğradığını anlıyoruz. Ne diyor ana muhalefet kurmayları? “Biz mitingse miting, eylemse eylem yapıyoruz ama toplumdan yeterli desteği göremiyoruz!” ve ardından yepyeni bir açıklama yaparak iktidara kırmızı kart gösterilmesi çağrısı yapıyorlar. Ama bu da toplumda yeterli etkiyi göstermiyor.
İşin özeti şudur… Eğer yaptığınız etkinlikler, çağrılar karşılık bulmuyorsa bunun sorumlusu olarak toplumu göstermek siyaset aklının kabul edebileceği bir şey değil. 31 Mart yerel seçimlerine giderken ortaya konan enerji, 31 Mart yerel seçimlerinden sonra kaybolmaya başlamışsa ana muhalefet olarak sizin kendinizi sorgulamanız gerekmez mi?
Emekli veya asgari ücretli; iktidar mensuplarını gördüğünde cebinde taşıdığı(!) kırmızı kartı gösterse ne olur, göstermese ne olur? O kırmızı kart asgari ücretlinin ya da emeklinin maaşına zam olarak geri döner mi, hemen sonuç verir mi? Vatandaşın beklediği daha somut, daha sonuç alacak, iktidarı zorlayacak eylem ve söylemlerden başka bir şey değil. Toplum gerektiğinde iletişim kanallarını kullanıyorsa ve beklentileri karşılanmadığında kendini iletişime kapatıyorsa burada bir sorun vardır? Sorunu tespit etmekte, çözüm üretmekte siyasetin işidir. Bugün Türkiye ne yazık ki toplumsal önceliklerini tartışmaktan uzaksa, bunun sorumlusu ülke yönetimine talip olduğunu düşündüğümüz muhalefet partilerinin politika üretme konusundaki yetersizlikleridir.
Sadece iktidarı eleştirmek değil, akıl ve mantık çerçevesinde yaşanan sorunlar karşısında üretilen çözümleri de kitleler ile paylaşmak esas olmalıdır. Çözüm önerilerinin vatandaşın anlayabileceği basitlikte çözümler üretmiyorsanız, doğru iletişim araçları kullanmıyorsanız sahada karşılık bulmanız ne yazık ki bir hayli zor. Bu konuda muhalif medya kuruluşlarının da kısır döngüye takılıp kalması bir başka iletişim sorunudur. İktidar kendi açısından elindeki tüm iletişim araçlarını ve propaganda imkanlarını kullanma konusunda muhalefetten daha şanslıdır. Muhalefetin en önemli sorunu toplumdaki mağdurların yaşadıkları ağır şartlar sebebiyle kendi ayağına gelmesini ve ürettiğini düşündüğü çözümleri onaylaması beklentisidir. Yani emeksiz yemek hikayesidir mesele…