Son 10 günlük sürede, Afyon, Sivas ve ardından Malatya küçük küçük de olsa sallandı. Artçı mı, öncü mü olduğunu bilmediğimiz depremler zinciri devam ediyor. Bir bakıyorsunuz İç Ege’de, bir bakıyorsunuz, iç Anadolu’da bir bakıyorsunuz Doğu Anadolu’da sallanmalar devam ediyor. Anadolu coğrafyasının her bölgesini ziyaret ediyor. Hatırlar mısınız, 6 Şubat depremlerinden hemen sonra bilim insanları “bu depremler irili ufaklı yurdun her bir yerinde uzun süre kısa aralıklar ile devam edecek” dediğinde gözler İstanbul’a çevrilmişti. Bir telaş bir panik havası esti bir süre.. Ortalık yine bildiğiniz gibi “süt liman” oluverdi. Elbette bırakın Türkiye’yi, İstanbul’un yapılaşma sorununu akşamdan sabaha değil, bu yıldan öteki yıla çözmek mümkün değil. Ancak önlem almak ve önlemleri olabildiğince siyasi magazin malzemesi yapmadan el birliği hızlandırmak varken yine “havanda su dövmeye” devam ettik.

Bir ara aralarında Eskişehir’in de olduğu 17 ilin muhtemel akıbeti ile ilgili olarak Yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür “Hatay uyarısı” yapmıştı. Kimseyi korkutmak ve algılar üzerinden piar yapmak gibi derdim yok. Zaten böyle şeylerden hoşlanmadığımı beni yakından tanıyanlar bilir. Peki, Hatay’da ne olmuştu? Maraş depremlerinin en etkin olduğu, en çok yıkıma sebep olduğu yer Hatay oldu. Çünkü fayların pek çoğu uzmanları da bilir ki harmonik bir tavır sergilerler… Neyse işin uzmanıymış gibi yazmayalım. İşin teknik taraflarını uzmanlarına bırakalım. Çünkü bu ülkede başımıza ne geliyorsa “her şeyi çok bilen” ve yine “her şeyin ehli edası” ile hareket edenlerin yüzünden geldiğini biliyoruz.

Benim dikkatimi çeken şey Malatya’da meydana gelen ve 5.9 büyüklüğündeki depremin Eskişehir’den de hissedilmiş olmasıdır. Bunu da depremi hissedenlerden duyduk. Küçük de olsa bir korku oluşturduğuna da tanıklık ettik. Hatırlar mısınız Marmara depremini? Bundan 25 ve daha az yaşta olanlar bilmeyebilir ama 17 Ağustos 1999’da meydana gelen depremde Eskişehir’de bazı binalar ağır hasar görmüş, bir binada yıkılmış ve 3 canımızı kaybetmiştik.

Biz bilmesek de işin uzmanı sayılabilecek yapı stokunu değerlendirme bilgi ve yetkisine sahip uzmanlar diyorlar ki; “Eskişehir’deki yapı stokunun yüzde 60’ından fazlası eski yönetmeliklere göre yapılmış ve yaşlı binalardan oluşuyor!” İşin uzmanları daha ne desin? Kimse kimseye “binanız başınıza yıkılacak!” demeyeceğine göre…

İstanbul gibi, Türkiye’nin pek çok şehirleri gibi değişim ve dönüşüme ihtiyaç duyulan şehirlerden birisi de Eskişehir. O zaman acele etmeliyiz. Bakın aklıselim sahibi herkes diyor ki “Eskişehir’in ana arterlerinde yer alan bitişik nizam yapılaşma olası bir depremde büyük sıkıntıya sebep olur.” Daha ne olsun? İstanbul’a ve diğer şehirlere bakarak “dünya yanarken ağzımızda sigara elimizde çay yan gelip yatmak” olmaz. Biz öncelikle kapımızın önünü süpürmeliyiz. Bizim kapımızın önü başkalarının kapısının önünden daha önemsiz değil. Yazdıklarım kesinlikle bir felaket tellallığı değil. Siyaseten arka kapıda başka şey, ön tarafta başka polemik konusu işler belki daha popülist ve dedikoduya uygun davranışlar olabilir ama Eskişehir’in sorunları ciddidir. Eskişehir için de yerel imkanlar ile de olsa bir şeyler yapılmalıdır. Eskişehir için bir şeyler yapma arzusundaki insanların önünün açılması zorunluluktur. Eskişehir’in köklü ve kalıcı sorunları üzerinden siyasal rant devşirmek yerine gerçek anlamda hangi siyasi görüşten olursa olsun bu şehrin aktörlerinin samimi işbirliğine ihtiyaç vardır. Bunları dile getirdim diye belki madalya beklemiyoruz ama “Sen de amma safsın” diyenler çıkabilir. Ona da eyvallah deriz. Bizim için fark etmez. Piar yapmak için ne kalemşorluğa, ne sosyal medya fenomeni olmaya ihtiyacımız yok. Ben sadece tarihe küçük bir not düşmek için üzerime düşen sorumluluğu yerine getiriyorum hepsi bu kadar.