Türkiye’de sistem o hale geldi ki artık nerede ise üretmenin bile bir değer ifade etmediği günlerden geçiyoruz. Pazar da ateş pahası haline dönüşen sebze ve meyvenin tarlada 3 TL’ye alıcı bulamadığını çiftçinin feryadından anlıyoruz. Herkes bilir ki Eskişehir Ovası denilen bir tabir vardır. Eskişehir Ovası verimli toprakları, çalışkan insanları ile üretmeye devam ediyor. İç Anadolu’nun Çukurovası Sakarya Vadisi’ni saymıyorum bile… Buğday, arpa, yulaf ambarı Alpu Ovası’ndan, Muttalıp Ovası’ndan bahsetmiyorum bile. Pancar ekilen uçsuz bucaksız Mahmudiye, Çifteler, Sivrihisar hattından da bahsetmiyorum.

Hemen Eskişehir’in yanı başında Esentepe, Sakintepe, Yeşiltepe, Şirintepe ile Bozdağ arasına sıkışmış verimli arazilerde üretilen Bursa’dan, Ankara’ya, hatta İstanbul’a kadar uzanan sebze ve meyve tedarik zincirinin ilk halkasından söz ediyorum. Üretici tarlada 3 TL’ye satamadığı ürünü traktörle sürüp yeni ürün için hazırlık yapmaya başlamış. Bazıları da afaki yorumlarla “Madem bu kadar ucuz hiç olmazsa vatandaşa ucuza sebze ve meyve yedirselerdi” saçma sapan değerlendirmelerde bulunuyorlar.

Konuyu bir dönem Eskişehir ve Tepebaşı Ziraat Odası Başkanlığı gibi çok önemli bir görevi yerine getiren, bu dönemde de ürünlerin muhafazası için “Soğuk Hava ve Paketleme tesisinin” yapılmasına öncülük eden Süleyman Buluşan’ı televizyon ekranlarında feryat ederken izledim. Sayın Buluşan diyor ki; “Keşke bu ürünü vatandaşa ulaştırabilseydik. Ancak bu ürünün 3 TL’nin bile altında alıcısı çıkmadı. Biz bu ürünü toplamak için işçilik versek, tarladan kaldırdığımız üründen elde ettiğimiz gelir işçinin ücretini karşılamayacak. Böylece zararımız daha da katlanacak!”

Ürün tarlada kalınca bu işin sorumlusunun üretenler olmadığını bilelim. Zira sadece ürünü yetiştirmek yetmiyor. Bunun çok ciddi işçilik, sulama, gübreleme ve bunun yanında tüm bunları yapabilmek için enerji giderleri var. Bunları alt alta topladığınızda sattığınız ürün sizin yaptığınız masrafları karşılamıyorsa ne yapabilirsiniz? Dünya kadar masraf yapacaksınız, sonra da ürünü sattığınızda bırakın geçiminizi sağlayacak gelir elde etmeyi bir de üstüne üstlük borçlanacaksınız. Yorgunluğunuz, gece gündüz çabalarınızda yanınıza kar(!) kalacak.

Eline hayatında kazma-kürek almamış, iki domates koparmamış, dört biber toplamamış, çapa, gübre, sulama nedir bilmeyenlerin, traktörüne mazot koymayanların, sıcak-soğuk demeden gece gündüz çalışmayanların üreticiyi anlaması beklemek de biraz saflık olur değil mi?

Yahu çiftçinin kullandığı mazot 45 TL olmuş, gübrenin fiyatını ben bilmiyorum, sulama maliyetlerinden haberim yok, tohum, fide fiyatlarından anlamıyorum. Sonra oturduğumuz yerden ahkam kesiyoruz. Bu konuların çözümü çiftçinin de tüketicinin de elinde değil. Ürün planlamasından, alım garantisine, enerji maliyetlerinin düşürülmesine kadar bir dizi önlem almak ülkeyi yönetenlerin işi. Karar alıcılar zahmet edip sahaya inseler aldıkları tepkileri bir tarafa bırakarak üreticiyi dinleseler ve ortak aklın gerektirdiği adımların atılmasını sağlasalar ne güzel olur değil mi?

Ama nerde? O koltuklar o kadar sıcak ki, insanın kalkıp bir yere gidesi gelmiyor. Sonra pantolonun ütüsü bozulur, kravatın görüntüsü bozulur. Siz anladınız benim ne demek istediğimi. Bu söylediklerimi de alt düzey bürokratlara falan da laf giydirmek için yazmıyorum. Aslında çözüm basit de insanların biraz rahatlarını bozmaları gerekiyor hepsi bu…