Erzincan, can Erzincan… Yaşanan heyelan felaketinin sebep olduğu travmayı atlatmış değiliz. Tehlikenin geçmediğini bugün et yetkili ağızlar söylüyor. Türkiye’nin nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu henüz bilmiyoruz. Çünkü işin içinde siyanür var. Siyanür sızıntısının sebep olabileceği büyük sıkıntının çok ciddi bir tehlike oluşturduğunu biliyoruz. Hani derler ya “Değdiği yerde ot bitmez!” Gerçekten her türlü canlıyı yok eden bu zehrin telafisi yok..
Sayın bakanın ifadesiyle 400 bin kamyonla temizlenebilecek bir kütlenin yer değiştirdiği bu büyük felakette kayıplarımız var. Henüz bu kayıplarımıza ulaşılabilmiş değil. Felaketin yaşandığı gün, “Bergamalı Hopdediks’i hatırladınız mı?” başlığıyla yazdığım yazıda , “Erzincan’da yaşanan bu felaket aklıma ilk Bergamalı Hopdediks’i getirdi. Türkiye’de ilk maden işletmesinin başlatıldığı yer olan Bergama’da Köylüler kendi aralarında ciddi bir direniş hareketi gerçekleştirmişler tehdit ve tehlikeye karşı dikkat çekmeye çalışmışlardı. Hep birlikte “Ne var bunda? Bir altın madeni bulunmuş ve Türkiye bu madeni işleterek ciddi bir kazanç elde edecek” yorumları yapanların sayısı milyonlar ile ifade ediliyordu o günlerde.
Bergamalı Bayram Kuzu. İşte o günlerde mücadelesine renk katmak için Hopdediks rolünü üstlenmiştir. Üstü çıplak, altında mavi beyaz çizgili pijaması… Bayram Çavuş diye seslenir ona köylüler… Onu gazetelerde, televizyonlarda görenler içinse Hopdediks’tir o. Hık demiş burnundan düşmüştür… Asteriks ile Hopdediks, Bergama direnişinde eküri olurlar. O günlerden bugünlere… O gün Bergama’da başlayan direniş ne yazık ki sonuç vermemiştir ve bugün Türkiye’nin dört yanında ilkel yöntemler ile yabancı şirketlerin yerli ortaklar eliyle 20’den fazla altın ve gümüş işletmesini devreye soktuklarını görüyoruz. Kendi ülkelerinde kullanamadıkları ilkel ve ucuz yöntemler ile sadece bizim bugünümüzle değil çocuklarımızın geleceği ile de oynadıklarının farkında mıyız? O gün sempatik ama aykırı bir figür olarak gördüğümüz Hopdediks’in mücadelesinin ne kadar da haklı olduğunu düşünüyor insan. Elbette “Taşı toprağı altın” olan yurdumuzun dört bir köşesindeki yer altı zenginliklerinin de ülkemizin ve milletimizin hizmetine sunulmasında hiç sakınca yok. Ancak ilkel yöntemler ile değil. Bilimsel ve çevreye etkilerinin minimize edilmiş tehdit ve tehlikelerden arındırılmış. Yöntemlerle yapılacak her çalışmaya evet. Yabancıların hoyratça ve hunharca kendi karları için yapacakları ve geleceğimizi zehirleyecekleri yöntemlere asla göz yumulmamalıdır. Bugün bu tür çalışmalara karşı çıkan herkesi ve her aklı marjinal olarak değerlendirip, eleştirilere kulak vermeyen anlayışın terk edilmesi gerekir. Hemen burnumuzun dibinde Sakarya Vadisi gibi çok önemli ve verimli arazilerin üzerinde kurulmak istenen bu tür bir işletmenin akıbetiyle ilgili endişelere katılmamak mümkün değil. Yılda üç kez hasadın yapılabildiği klima iklimine sahip bir bölgenin hemen üstünde kurulacak bu tesislerin de ESÇEVDER’in dikkat çektiği gibi İliç de yaşanan bir felakete yol açmayacağının bir garantisi var mıdır?” ifadelerine yer vermiştim.
Gerçek şu ki bugünlerde olayın neden meydana geldiği, kimlerin sorumlu olduğu tartışılırken herkesin üzerine düşen gölgeyi kaldırmak için topu taca atmaya çalıştığına tanık oluyoruz… Şu kadar söyleyeyim. Çernobil faciasını bugün çok azımız hatırlar. Nükleer Santral da ki sızıntının o günlerde nükleer yağmurla Karadeniz kıyılarına ulaştığı konuşuluyordu. O dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral radyasyonun olmadığını anlatmak için televizyona çıkıp çay içmişti…
Bu yaşadığımız büyük felaketin üzerine çay içerek atlatılması mümkün değil. Gerçekten korktuğumuz olmaz inşallah. Allah devletimizi ve milletimizi büyük felaketten korusun… Birbirimizin gözünü oymaktan önce yaşanabilecek olumsuzluklar karşısında birlik ve beraberlik içinde olmalıyız.