Çok bilindik bir şey olmasına rağmen geçtiğimiz hafta TBMM’nin açılışında yaşananlar gündemin birinci sırasına oturtuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meclis açılışındaki konuşmasından sonra MHP lideri Bahçeli’nin “Kapatılmalı” diye aylardır, yıllardır dile getirdiği DEM Partinin yöneticileri ile sıcak ve samimi tokalaştı. Gündüz partisinin Meclis Gurubunda yaptığı konuşmada CHP lideri Özgür Özel’e çok sert sözlerle yüklendi. Ardından meclisin açılış resepsiyonunda CHP Genel Başkanı Özgür Özel’le el sıkışıp “Birbirimizi kırmıyoruz değil mi, siyaseten söylenmesi gerekenleri söylüyoruz” demesi çok konuşuldu. Konuşulanlar ve yapılanlar siyasetin ekranlarda görünen yüzünün aksine arka bahçesinde gizemli bir hayat ve ilişkiler zinciri olduğunu ortaya koyuyor.
Çok uzun yıllar önce genç bir gazeteci iken çok yakından takip ettiğim ve yerel siyasetin nabzının attığı yerlerden birisi olan belediye meclis toplantılarını yakından izlemeye karar verdim. İlk olarak Tepebaşı Belediye Meclisi’nin toplantısı olduğu için 2Eylül Haber’den genç bir arkadaşımızı da yanıma alarak Tepebaşı Belediye’sin yolunu tuttum. Meclis toplantısından önce Tepebaşı Belediyesi’nin koridorlarında biraz dolaştım. Başkan Ahmet Ataç ile Özel kalem Müdürü Özcan Bey ile ayaküstü selamlaştık. AK Parti meclis gurubu biz belediye binasına girdiğimiz de kendilerine ayrılan salonda toplantı halindeydi. Toplantı saati gelince salona geçtim. Sonra belediye meclis üyeleri Fikriye Güven Zaptiye, Erdal Şahbaz, Erdoğan Aydoğmuş, Mete Yılmaz, Ahmet Akpınar, Ahmet Sivri, Musap Tayyip Altınkaynak gibi isimler ile meclis salonu girişinde selamlaştık. Bazılarının aklından “Bayram değil seyran değil acaba?” sorusunun geçtiğine eminim. Hatta aynı zamanda Belediye Başkan Yardımcısı olarak da görev yapan Fikriye Hanım, “Vefasız dost” tanımlaması yaptı.
Bir kere daha anladım ki bazı işleri uzaktan değil bizzat deneyimleri yakından takip etmek gerekiyor. Hatta şöyle söyleyebilirim “muhabirliği özlemişiz!” Sitedeki arkadaşlar takıldılar, “Müdürüm bu kadar adam varken siz niye gidiyorsunuz?” ben de kendilerine, “Muhabirlikle bu işe başladık, gazeteci önce her daim muhabirdir” cevabını verdim.
İşin doğrusunu isterseniz bizim mesleğin en keyifli bölümlerinin başında muhabirlik gelir. Muhabir olunmadan gazeteci olunmaz. Ekran yüzü olmak, kişisel piar yapmak için çalışmak bir anlamda daha mesleğe başlamadan pusulayı kaybetmek demektir. Her neyse konumuz bu da değil.
Ben size gördüklerimi ve hissettiklerimi yazayım. Ankara’da siyasi partiler arasındaki arka kapı diplomasisinin yerelde siyasetçiler arasında çok daha farklı işlediğini söyleyebilirim. AK Partilisi, CHP’lisi, BBP’ lisi hiç fark etmiyor. Gayet dostane ve medeni ilişkiler içerisinde insanların samimi merhabalaşmalarına, sıcak kucaklaşmalarına da tanıklık ediyorsunuz. Ama meclis ortamında, kameralar önünde ise az önce gördüğümüz manzaralar yerini biraz daha aidiyet duygusuyla siyasal kimlik sergileme yarışına dönüşüyor. Aslına bakarsanız geçmişte de benzer şeyleri yerel siyasette görebiliyorduk, bugün de çok fazla değişen bir şey yok. İnsanların normal hayatlarındaki samimiyeti parti aidiyeti ve siyasi farkındalık döneminde göremiyorsunuz. Bu yapılana da “siyaset” deniliyor.
Hani bir söz vardı nasıl söyleniyordu? “Hiçbir şey göründüğü gibi değil!” yaşananlar tam da bu tarife uygun bir manzaradan ibaret. Bu durumdan rahatsız mı olduğumu soracak olursanız. Asla medeni ilişkilerden, sıcak ve samimiyet ortamından rahatsız olmam. Bilakis böyle şeyleri teşvik ve takdir ederim. Ancak görünür olan bölümdeki tansiyonu yükselten, toplumun algısını yönetmeye dönük hareketlerden ise gerçekten rahatsız olurum. Çünkü seçilmişler ve atanmış aktörlerin davranışları toplumun alışkanlıklarını ve algısını ne söylersek söyleyelim olumsuz etkiliyor