Her anne baba çocuğunun iyi bir eğitim almasını arzular. Çocuğu en iyi okullarda en iyi öğretmenlerde okusun ister. Bunun elbette istisnaları vardır. Ailesiyle doğru bir ilişki içerisinde olmayan sorumsuz anne babalar da mevcut. Onlara dair pek çok da hikaye dinlemiş, pek çok yaşanmışlığa şahit olmuşluğumuzda vardır. Her neyse konumuz bu değil.
Konumuz yeni bir eğitim öğretim maratonu başlamadan önce pek çok ailenin çocuğunu en iyi okula, en iyi öğretmene kaydettirme telaşı içerisinde olduğunu biliyorum. Yakınlarımda bu konuda yaşananlara tanıklık ediyorum.
On yıllardır bu dönemlerde yaşanan en büyük tartışma “kayıt parası” meselesidir. Aslında doğrudan adı “kayıt parası” olmadığı için her defasında bu konuyla ilgili şikayetlere Milli Eğitim müdürlüklerinden itirazlar gelir. Bu konu da gündeme geldiğinde, “Öyle bir para talep etmedik, okul aile birliklerine isteyen velilerimiz gönüllü bağış yapabiliyor!” diye cevaplar verilir. İddia ile uygulama farklı olduğu için vatandaşın şikayeti de böylece boşa düşmüş olur.
Bu arada şunu da belirtmeden geçmeyelim, yetkililerin okul yöneticilerine velileri bağışa zorlamaları konusunda bir mahalle baskısı kurduklarını da bilmesem bile hissediyorum. Yıl içerisinde yeterli ödenek gelmediği veya ödenekler konusunda zamanında talebe karşılık verilmediği için fiilen yapılması gereken işler aksamasın diye okul yöneticilerinin bağış taleplerinin olduğunu biliyorum.
Yıllarca Okul Aile Birliği yöneticiliği ve başkanlığı yapmış birisi olarak konuya hakim olduğumu düşünüyorum. Konumuz bu da değil. Devlet okullarında çocuklarını okutmak isteyen aileler arasında çoğunluğu gerçek olmayan “bağış” dedikodusudur gidiyor. Bol sıfırlı rakamlar konuşuluyor. Bazen öylesine abartılı rakamlardan söz ediliyor ki gerçekten insan kulaklarına inanamıyor. Gerçek mi, değil mi diye sağlıklı kaynaklardan bilgi edindiğimizde konuşulan rakamların gerçekten “şehir efsanesi” olduğunu görünce şaşırıyoruz. Elbette imkanı olan ailelerin bağış yapmasını teşvik etmek hem milli eğitimdekilerin, hem de okul yöneticilerin işine geliyor. Ancak konuşulan rakamlar ile gerçekler arasında inanılmaz uçurumlar var. Dolayısıyla insanların kafası karışıyor. “Acaba bu rakamlar gerçek olabilir mi?” diye insanlar birbirine soruyor. Hatta kendi aralarında, “imkanım olsa bu paralara çocuğumu devlet okuluna kaydettireceğime özel okula yazdırırım” diyen pek çok veliye de rastladım. Peki, asıl mesele nedir? Biraz da çocuğunu prestijli, adı çok duyulmuş bir okula kaydettiren velilerin de sağa sola hava atmak için kendilerinin bu işi para ile yaptırdıklarını ima eden söz ve davranışlarının şehir efsanesine dönüşmesinin etkili olduklarını düşünüyorum. Ha bu arada bazı okul yöneticilerinin de kantarın topuzunu kaçırdığını da biliyorum.
Bu şehir efsaneleri gerçekten hem eğitim sistemimize zarar veriyor, hem de bu işi gerçek anlamda hakkını vererek yapan pek çok okul yöneticisini de töhmet altında bırakıyor. Sadece bu kadar değil kantarın topuzunu kaçıranlar için de alan açan gelişmeler olmaya başlıyor. İşin aslına bakarsanız bu kadar şehir efsanesinin asıl sebebi eğitimde sürekli olarak tartışılır hale gelen kalite meselesidir. Yoksa benim için her öğretmen saygı değerdir. Herkesin kendi öğretmeni kendisi için mutlak surette özeldir. Her birimizi bir başka öğretmen okutmuştur. Ve onların her birinin bizim hayatımızda iz bırakan hatıraları vardır. Bugün tartışılan bunca sorunun temelinde gerçek sorun son yıllarda uygulanan ve öğretmeni değersizleştiren, merkezine veliyi ve öğrenciyi alan eğitim sistemi yatmaktadır. Keşke toplum olarak bunun farkına varabilsek.