İsmet Paşa’nın hepimiz açısından önemini biliyoruz. Kendisine İnönü soyadını yaşadığımız bu topraklar vermiştir. Türk’ün yani hepimizin ters giden talihini değiştiren İnönü Savaşlarının komutanıdır. İkinci İnönü zaferlerinin yıl dönümü de yaklaşıyor. Önceki valilerimizden birinin öğretim eşi tarafından Eskişehir Kadın Platformu için geliştirilen bir ödül var. Türkiye’nin ilk kadın öğretmeni olan Refet Angın adına Eskişehir Kadın Platformu tarafından her yıl veriliyor. Bir dönem ödül töreninin jürisinde de o dönemki valimizin isteği üzerine yer aldım. Ödül bu yıl İsmet Paşa’nın kızı Özden İnönü Toker’e verildi. Özden Hanım, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı için “İsmet İnönü’nün kızı anlatıyor” isimli bir kitap yazdı. Cumhuriyetin kuruluşunun hikayesi kitapta anlatılıyor. Geçtiğimiz 10 Kasım günü anıtkabir’i ziyarete gittiğimde, Eskişehir Kadın Platformu başkanı Fatma Ader ile Çankaya sırtlarında bağ evinden bozularak yapılan İsmet Paşa’nın ve ailesinin ikametgâhı olan Pembe Köşkü de gezdim. Özden Hanım, evde bana çeşitli bilgiler verdi. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden de bize katıldığı, güzel bir gün olmuştu.

KAVGA EDER MİYDİNİZ?
O gün Özden Hanım da anlattı. Atatürk’ün aramızdan ayrılmasından yıllar sonra, İsmet İnönü’ye en çok “ Atatürk ile kavga eder miydiniz?” sorusu sorulurmuş. İsmet Paşa da her seferinde, bu soru ile karşılaştığında,” Biz bin defa kavga ettik. Bu merak edilecek bir şey değil ki, biz kritik dönemlerde ve o kadar uzun süre nasıl birlikte çalışabildik, esas merak edilmesi gereken budur” diye konuşurmuş. Pembe köşkü ziyaret ederek, Özden Hanıma merak ettiklerinizi her zaman sorabilirsiniz?
Özden İnönü Toker diyor ki,” Bana Atatürk dediğiniz zaman, O aydınlık, güç, kuvvet, ümit hakikaten O’ydu.O dönemden anladığımız ve bize öğrettiği de budur. Kadın öğretmenlere bir konuşmasında der, “neden elinizdekilerle mutlu oluyorsunuz, siz daha ilerisini daha ilerisini istemelisiniz, benim bu oturduğum koltukta siz oturmalısınız. Atatürk bunu biz çocuklara da hep anlatırdı. Derdi ki: “Merak etmeniz lazım. Soru sormanız lazım. Her söylenene hemen inanmayın. Her zaman ‘acaba’ deyin. ‘Neden yapılmış’, ‘nasıl yapılmış’, ‘kimler yapmış’, hep aklınızda bir soru işareti olsun. Onun için hep soru sorun ve hep bana soru sorun. Örneğin “Kendinize hep güveneceksiniz ve karşınızdaki ile konuşurken hep gözlerinin içine bakacaksınız” derdi, “kendinize güvendiğinizi göstereceksiniz...”

ATATÜRK HEPİMİZLE YAKINDAN İLGİLİYDİ
Özden İnönü Toker, Atatürk’ün kendi ailesine yakınlığının herkse tarafından bilindiğini de belirterek, şu anılarını anlatıyor:”Atatürk bütün arkadaşlarıyla, onların çocuklarıyla, onların tahsilleriyle, onların hayatlarıyla, hepsiyle ilgilenmiş. Kazım Özalp’in çocuklarıyla örneğin.Evet, Teoman Özalp’in adını koyarken bile. Hatta uzun bir tarih tahlili de yaptı.Ağabeylerim benden daha büyüktü ve okuldaydılar. Bu masada yemek yemediler. Ama ben Ülkü’yle birlikte oturdum. Artık Atatürk’ü anlatabilirim. Kazım Özalp Paşa’nın büyük kızı Neriman Hanım’ın nişanında. Üç yaşındayım. Babamla Atatürk’ün yanındayım. Cumhuriyet’in 10’uncu yıl kutlamalarında bir resmim var çok sevdiğim. Büyük şenlikler oluyor. Rusya’dan da bir film ekibi geliyor, belgesel çekti.O sırada babam başvekil. Bu bahçede onunla da görüşüyorlar. 10 yılda neler yaptıklarını ve ilerideki 10 yılda neler yapacaklarını anlatıyor. Ben bahçedeymişim. Beni görünce kucağına alıyor. Bütün kameralar bize çevriliyor. Çok iyi hatırlamıyorum ama o kadar çok anlatıldı ki.Ama Cumhuriyet’in 10. yılından itibaren ben hep varım. Onun için sorumluluğum var”.

DEVRİMLER OLDU
Annesini yani İsmet Paşa’nın hanımı mevhibe İnönü’den de örnekler veren Özden Toker İnönü bu konuda da şunları söylüyor:”Annem son derece dinine bağlı, beş vakit namaz kılan, oruç tutan bir insandı. Kuran-ı Kerim okurdu. Bu evde o yaşam tarzı hep devam etmiştir. İnancını kendinde yaşayıp, başını örtüp Kuran okuduktan sonra başını açıp babamla hastanelere de gitmiş, hastabakıcı kurslarına da gitmiş. İkinci Dünya Savaşı’nda burada ameliyatlara da girdi. Ata da bindi, dikim evlerinde askerlere diğer kadınlarla birlikte kıyafetler de dikti. Annem hakikaten bilinçli olarak ne yapılması icap ediyorsa hepsini yaptı. Ama evine döndüğü zaman namazını kıldı. İkisini de pekala içine sindirdi, inandı. Biz her zaman memur ailesi gibi yaşadık. Gelen konuklara soruyorum memur ailesi ne demek diye. Sonra kendim cevaplıyorum. Ayın başında aldığı maaşla, ayın sonuna kadar idare etmeye mecbur olan. Bu evden hiç bir şey eskidi, modası geçti diye atılmadı. Her zaman bir çaresini bulup onu kullandık. Her şey saklandı, tamir edildi, elbiseler kısaltıldı, uzatıldı. Annemin gelinliğini 60 sene sonra Gülsüm giydi. Atatürk Haftada bir-iki defa buraya yemeğe gelirdi. Gelmeden telefon ederdi. “Hanımefendi müsait mi bu akşam şu kadar kişiyle geleceğim” diye. Bu yemekleri kendi evinde de verebilirken burayı tercih etmiş. Belki de burayı bütün devrimlerin yaşadığı bir laboratuvar olarak görmüş. Birçok şeyi burada yapmak istemiş. Masa 30 kişilik oluyor. Arkadaşlarıyla geliyor.Bazen köpeğini de getirirdi. Ağabeylerim ilkin korkmalarına rağmen alışmış, oynamaya başladılar. Geldiği zaman sevinirlerdi. Hem Atatürk gelecek diye hem de köpek için. Bir gün Atatürk, Ülkü’yle geldi. Bizi tanıştırdı. Ülkü’ye “bak bu senin Özden ablan”, bana da “Bu Ülkü, sana yeni bir kardeş, hadi gidin oynayın” dedi. Akşam yemek saati gelince bizi de çağırdı, masanın şu ucundan da ben oturdum, Ülkü şurada, yemek yedik. Nasıl akademik olduğunu, çalışma yemekleri olduğunu... Atatürk’ün istediği gibi baktığınızı görürseniz, söylenenleri duyarsanız o masalarda çok şey gördük, çok şey öğrendik”.
Demek ki yakın tarihimizi öğrenmek için, Cumhuriyetimizin 100 yılında bu kitabı okuyacağız. Cumhuriyeti kuranların nasıl yaşadıklarını, çalışmalarını anlayacağız. Değerlendireceğiz.