Yolda, “eskimeyen dostlarımdan” birisi ile karşılaştım. Ayak üstü sohbet etme imkanımız oldu. Kendisi, “Bu ara sosyal konular ağırlıklı yazıyorsun. Sana öyle bir görev mi verdiler?” diye sordu. Şaşırdım açıkçası. Kimsenin bana öyle bir görev verdiği yok ama galiba biraz daha “Siyasal ağırlıklı ve popülizm içerikli” yazılar bekleniyor. Çok tarzım değil ama zaman zaman siyasetin algoritmasını da değerlendirdiğimiz oluyor. Ancak yine de asıl unutulmaya yüz tutmuş. Bugünümüzü ve yarınımızı etkileyen konularında sorumluluk alanımızda olduğunu düşünüyorum. Zaten herkesin siyaset hakkında bir fikri var. Elbette bizimde siyaset konusunda bildiklerimiz yazabileceklerimiz derinlikte bilgi birikimimiz mevcut. Ancak unutulmamalı ki en azından bazı konularda tarihe not düşmek ve yarınlar ile ilgili endişeleri dile getirmek de sorumluluk alanlarımız içerisinde.

Örneğin hem şehrimizin, hem de ülkemizin en önemli sorunların biri olmaya aday en önemli konu su meselesi… Yıllar önce öğretmen bir dostumuz ile konuşurken “yakın gelecekte balonlarda temiz hava satılacak” diye espri yapıyorduk. Nerede ise o günlere doğru geliyoruz. Bugün geldiğimiz noktada gerçekten yaşam için en önemli üç şey hava, su ve toprak konusunda insanlığın çözüm aradığına tanıklık ediyoruz. Süper güçler tarafından sebep oldukları “iklim krizinin” sorumluluğunu üçüncü dünya ülkelerinin üzerine atarak onlardan bir bedel ödemeleri isteniyor.

Doğrusu içinde bulunduğumuz coğrafya içinde yaşadığımız dünyanın hem kalbi hem de üzerinde bin türlü tezgahın döndüğü savaşlar bölgesi. Sözüm ona süper güçlerin her türlü silahı denedikleri ve vekaleten sürdürdükleri savaşlar ile yer yüzünü ve bu bölgede yaşayan insanları kobay olarak gördükleri bir alandan söz ediyoruz.

İçinde Anadolu Coğrafyasının da yer aldığı insanlık tarihi boyunca binlerce medeniyete beşiklik etmiş toprakların büyük bölümünde bugün ne yazık ki kanlı savaşlar hüküm sürüyor. Kadın, çocuk ve masum sivillerin hayatlarına mal olan çatışmaların temelinde iki sebep var; “Enerji ve su!” çok uzun süredir devam eden enerji savaşlarına yakın gelecekte “su savaşlarının” da eklenebileceği konuşuluyor.

Öteden beri ülkemizin su kaynaklarının yeterli olmadığını konuşuyoruz. Üstüne üstlük iklim rejimini düzenleyen başta bitki örtüsü ormanlarımızla ilgili son yıllarda giderek artan yangınlar, çok geniş alanların geri dönmeyecek şekilde tahrip olması, yine yanan alanların bazı bölümlerinin ağaçlandırma yapmak yerine imara açılması bir başka sorun. Kısacası bugüne ait ne kadar olumsuzluk varsa geleceğimizi de etkileyecek şekilde karşımıza çıkıyor.
Buradan geleceğimiz nokta çok basit. Türkiye gerçek anlamda su kaynaklarını çok verimli kullanması gereken bir ülke. İç Anadolu’nun bozkırındaki en geniş tarım arazilerindeki obrukların yegane sebebi su kaynaklarımızın verimsiz kullanılması ve yetersizliği olduğu açık. Son yıllarda Eskişehir sınırları içerisindeki tarım alanlarının benzeri bir tehdit ile karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Su kaynağı olarak umudunu sadece 50 yıllık Porsuk Barajına bağlamış olan Eskişehir için durum daha da vahim. Eskişehir’in yeni su kaynaklarına ihtiyacı var. Türkiye kaynaklar itibariyle fakir, Eskişehir ise gerçek anlamda “su fakiri” bir kent. Hepimiz Eskişehir’in su kaynaklarını verimli kullanmak zorundayız. Anadolu’nun tam ortasında varlığı ile hepimizin gurur kaynağı olan Eskişehir’in su kaynaklarının zenginleştirilmesi için şehrin siyasetteki, bürokrasi deki tüm aktörlerine büyük görev ve sorumluluk düşüyor. Elbette vatandaşın da sorumluluğu var. Ama vatandaştan önce seçilmiş ve atanmış aktörlerin görev bilinci içerisinde hareket etmesi şart. Olur, mu derseniz çok zayıf bir ihtimal. Belki “dereye su gelene kadar” gözümüz patlamazsa…