Sabah saatlerinde ofise gelirken her gün değişik bölgelerden yürümeyi tercih ediyorum. Çünkü şehri gezmek insanlar ile diyalog kurmak onları anlamaya çalışmak bizim görevlerimiz arasında. Bazen bir sese duyarlı olduğunuzda bir sorunun çözümüne katkı yaptığınızda kendinizi mutlu hissediyorsunuz. Dün sabah Muttalıp Caddesi’nin başında otobüsten indim Köprübaşı’na doğru yürüyorum. Hemen bayat pazarın başında bulunan balıkçının orada rastladığım bir diyalog dikkatimi çekti. Orta yaş üzeri sıradan bir vatandaş balık tezgahlarına bakarken balık fiyatlarını yüksek bulmuş olmalı ki; “haberlerde balık fiyatlarının daha ucuz olduğunu söylüyor sizde niye bu kadar pahalı?” diye sordu orada çalışana… Çalışan bir taraftan elindeki suyla balıkları yıkarken vatandaşın yüzüne bile bakmadan, “O zaman sen de git haberlerden balık al” diye çıkıştı. Bu karşılıklı diyalogu işitince neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Şaşırdım gerçekten. Sonra da üzüldüm… Baktım herkesin sinirleri gergin, herkes burnundan soluyor, yavaşça oradan ayrıldım. Sonra ofise dalgın dalgın gelirken aklımdan neler geçti neler.. Biz ne ara bu kadar gergin bir toplum olduk.. Vatandaş televizyon haberlerinde “balık bolluğundan, ucuz balık fiyatlarından” bahseden görüntülere bakıp balık tezgahındaki çalışana çıkışıyor, balık tezgahındaki çalışan kendisine “pahalılığı” soran vatandaşa çıkışıyor. Soran haklı, tezgahtar haklı…

Yaşanan ağır koşullar sebebiyle herkes kendince çözüm arıyor. Bazen haberlerden, bazen esnafın merhametinden medet umuyor insanlar.. Emin olun binin otobüse bin bir dert dinliyorsunuz, dinlemeseniz bile bir gazeteci olarak söylenenlere kulak kabartmak zorunda kalıyorsunuz. Dün bir başka dikkat çekici tabloyu da Cuma Namazı sırasında Reşadiye Camisi’nin bahçesinde gördüm. Ahilik haftası etkinlikleri çerçevesinde orada “etli bulgur pilavı” dağıtılıyordu. Kuyruğu görmeniz gerekirdi. Öğrencisi, yaşlısı, kadını, erkeği, genci herkes kuyruktaydı. Hepsi bir kepçe bulgur bir kaşık et kuyruğundaydı. Arkadaşlar, “Halk Lokantası”na bir bakalım teklifinde bulundular. Oradan Halk Lokantası’nın giriş kapısına yöneldik. Aynı saatlerde kuyruk iki kere “S” çiziyordu. Sonra sıradan esnaf lokantalarını gözlemledik. Birilerinin dediği gibi o uzun kuyruklara rağmen esnaf lokantalarında durum hiçte fena değildi. Birileri bağırıyor ya “Halk Lokantası esnaf lokantalarını vuracak” diye siyaset yapıyor ya… Emin olun tablo hiçte öyle değildi. Esnaf Lokantaları öyle ne boştu, ne de geçmiştekinden farklı olarak doluydu. Yani aslına bakarsanız “Herkes nasibini” yiyordu… “Halk Lokantası” üzerinden siyaset yapmak gibi kolaycılığı tercih edenlerin ne yazık ki çözüm üretmek gibi bir niyetlerinin olmadığını da bir kere daha anlıyorsunuz. Neymiş “yerel yönetimler ticaret yapamazmış.” Yahu adamlar zaten “ticaret yapmıyor ki!” 4 kap yemek için alınan 65 TL’nin her tarafı ticaret olsa ne yazar? Üniversiteler, bazı kamu kuruluşları kendi mensuplarına sübvansiyonlu yemek veriyor o zaman esnaf batıyor mu? Asıl can alıcı soruyu da “Halk Lokantası”na itiraz eden Esnaf Odaları Birliği Başkanı Ekrem Birsen’e yöneltiyorum; “Siz esnafın kalbinde Ahilik Haftası gerekçesiyle bulgur pilavı et dağıtırken esnaf lokantalarına zarar vermiyor musunuz?”

Bu arada yaşanan ekonomik tablonun ne anlama geldiğini iktidar partisine yakın isimlere de sorduğumuz, sıkıntıları dile getirdiğimiz oluyor sohbet ortamlarında. “Ne olacak bu işin sonu?” diye soruyoruz. Cevap vermekte gerçekten zorlandıklarını da görüyoruz. Onlarda umutlarını Ankara’da ülkeyi yönetenlerin alacağı kararlara bağlamış durumdalar. Sadece diyorlar ki; “Bu işler düzelecek?” İkinci soruyu “Ne zaman?” diye yönelttiğinizde bunun da bir cevabının olmadığını görüyoruz.

Ben yine size başta naklettiğim diyaloga dönüyorum. Bu ülkenin insanlarına kırmızı et, tavuk balık gibi beyaz ete, “erişilmez” politikaları kim neden dayatıyor acaba? “Haberlerde böyle” deyince “Sen de git haberlerden balık al” diyebilecek kopukluğun mimarları eserleri ile övünüyorlar mı?