Hepimiz Yeşilçam filmlerini defalarca da olsa severek izleriz. Ancak, bu durumlar ‘Yeşil Çam’ filmlerinde de olur diye konuşuruz. Ancak, son günlerde yaşadıklarımız ‘Yeşil Çam’ filmlerinin çok ötesinde bir yerdedir. Son günlerde yaşadıklarımız bir film sahnesi değildir. Ülkemizde her şey öylesine hızlı gelişiyor ki, Birinin yası dinmeden başka bir sorun ortaya çıkıyor. Tabii ki bu durumlar yurttaşlarımızı şaşırtıyor, korkutuyor ve dehşete kapılmalarına neden oluyor.
Yenidoğan bebek çetesi, hepimize karşı yapılmış organize bir kötülüktür. Çünkü bebekler, çocuklar ve gençler bu ülkenin geleceğidir. Bu çete ülkenin geleceğini de bir ölçüde karartmıştır. Yurttaşlar olarak üzülmekten ve de sadece olayları birbirimize anlatmaktan başka da bir şey yapamıyoruz.
BAŞKA BİR GEZEGEN DEĞİL
Bazılarımız bu işlere inanmıyor. Ya da başka bir gezegende meydana geldiğini düşlüyor. Oysaki yangının orta yerindeyiz. İçinde yaşadığımız copğrafyada da kan ve barut sesi var. Tüm olaylar sanki aynı döneme, zamana denk gelmiş gibi duruyor. Adı bile konmamış bebeklerin başına gelenler, başka bir coğrafyada olabilir mi? Bize bir şeyler olduğu muhakkaktır.
ÇÜRÜME NASIL BAŞLADI?
Sağlık, Eğitim ve Askerlik özelleştirilemez. Biz sağlık ve eğitimi büyük ölçüde özelleştirdik. Hepsi, 12 Eylül döneminden sonra gerçekleşti. Serbest piyasa kararlarının en iyi şekilde uygulanması için askeri darbe yapıldı. Ardından herkesin cebinde dolar olacağı söylenerek işlem başladı. Anamur muzuna karşı Çikita muzun dış alımı ile serbast piyasa hız kazandı. Parlatılmış söylemler herkese hoş geldi. Devletin kurumları birbir özelleştirildi. Özelleştirmeler adlarına sağ veya sol adı veren tüm iktidarlar boyunca sürdü. Fransa dünyaca ünlü yoğurt markasını bile özelleştirilmezken, biz Sümerbak’ı, Süt Endüstri Kurumunu ve Et Balıkların gözünün yaşına bakmadık. Bugün Avrupa’nın her yerinde etini fiyatı 7 Euro’ya satılırken, Türkiye’de 500 Lira kıymaya ucuz diyoruz. 1980’den bu güne son noktaya geldik. Latin Amerika’dan mercimek ve bulgurda alıyoruz. Sonrası ne olacak?
150 BİN RAKAMI
Geçtiğimiz gün Ankara’daki Türk-İş’in mitingine Eskişehir’den de yoğun katılım olduğunu yazmıştık. Ankara’nın soğuk havasını kimse dinlemedi. Ergün Atalay 150 bin kişinin katıldığını söyledi. Kalabalık bir tarafa, birliğimizin simgesi sahneye Türk Bayrağı asıldı. Şehitler için saygı duruşunda bulunuldu. İstiklal Marşı unutulmadı. Hem de çok gür olarak okundu.
Türk-İş’in bu mitingi sadece ‘Geçinemiyoruz’ veya ‘Pahalılığa Dur’ mitingimiydi. Hayır, son günlerde yaşadığımız olaylara işçilerin, işçi sınıfının da bir tepkisiydi. Toplantılarda İstiklal Marşı okunmuyor. Ya da Türk Bayrağı konulmuyor. Türk-İş mitinginde hepsini yaptı. Bu birde topluma aykırı gidenlere, Türk kimliğine ve Cumhuriyetimizin değerlerine de Türk-İş Tandoğan meydanından net bir cevap verdi. Halkın gönüllerini fethetti.
Türk Bayrağının olmadığı, İstiklal Marşını söylenmediğini seçkinci kabul edilen toplantılara karşı, Tandoğan meydanında kürsüde ilk önce taşeron bir işçi konuştu. Arkasından asgari ücretli bir işçi konuştu. Kadınlar adına konuşuldu. Kitle ve halk oradaydı. Ergün Atalay da, sahneye Türk-İş yönetimi ile çıktı. Atalay’ın en büyük sözü ise “Bu ülke ne çektiyse özelleştirmeden çekti” oldu. En azından bu söz benim hoşuma gitti. Türk-İş mitinginde de görüldüğü gibi, herkes her konuda laf değil çözüm bekliyor. Yeşil Çam filmlerini yeşil çam filmi olarak izlemek istiyor. Gerçek hayatta görmek istemiyor.