Aslında siyaseti, günlük politikayı, kentte ne olup bittiğini toplumu bir kesimi takip eder. Dün de bu kesim CHP ve AK Parti belediye meclis üyesi listelerini merak etti. CHP listelerinde eskiden sendikalardan, köylülerden ve halk katmanlarında insanlar olurdu. Seçime girecek tüm partililerin listeleri paralı insanlardan oluşmuş. Özal’ın daha 1980’li yıllarda söylediği ‘Zenginleri severim’ lafı hayat bulmaya devam ediyor. Yani, kapitalizm yürümeye devam ediyor. Dolar ülkesine dönmeye çalışırken, Türk siyasetinde zenginlik devam ediyor. Siyasette konu belediye meclis üyelikleri de olsa, paralı insanlar ön sıraları her partide yerini alıyor. Zenginlik sıraları kaptırıyor.
LİBERAL KAFALAR
Dün özellikle CHP’nin seçim kurullarına verdiği listeleri görenler, partinin paralı takımının ön seçimde olsa, listelerin ön sıralarında yer aldığını gördüler. CHP’nin o klasik yapısı içinde yer alan emekçiler, listelerde kendilerine yer bulamadı. Tüm Türkiye’de aynı yapının olduğu görülüyor. Emekçilerin sağ partilere kaymasını artık kimse eleştirmemelidir. Her şey çikita muz ithalatı ve Özal’ın zengin sevmesi ile başladı. Sağ partiler liberal rüzgârlardan etkilenerek, yüksek oy alırken, sol partilerde sağcıları takip etmeye başladı. Önce ekonomi sonra, siyaset Neo-Liberal dalgalanmalardan etkilendi.
İSİMLER BİRLEŞTİRİLDİ
Solun bütün dünyada geri çekildiği 1990’lardan başlayarak, aşırı çalışma, gelir adaletsizliği, yoksullaşma, açlık ve güvencesizlik tırmanmaya başladı. Öyle ki, eskiden emeğin güvenceye kavuşmasını simgeleyen eğitimli,nitelikli olma hali bile anlamını kaybetti. Beyaz yakalı güvencesizliğini anlatmak üzere precarious (güvencesiz) sıfatı ile proletarya isminin birleştirerek “prekarya” diye bir terim üretildi. Sonradan terimin kapsadığı alan bütün esnek istihdam mağdurlarına doğru genişledi.
EMEKÇİLERE YENİ YÜKLER
Üstelik sosyal devletin yıkıma uğramasından sonra, işçi sınıfının omuzlarına altından kalkması gereken yeni türden yükler de bindi. Üretimden koparak kumarhane kapitalizmine dönüşen sistem, bir taraftan işsizlik sorununu büyütürken, bir taraftan da çalışmadan kazanmanın mümkün olduğuna ilişkin bir ahlaki çözülmeyi bütün topluma dayattı. Çarpık kentleşme, her gün işe gitmek için saatlerinizi harcamanızı gerektiriyor. Büyükşehirlerde aşırı kalabalıklar, akmayan trafik, pahalılık insanların ruhlarını öldürüyor. Bu şartlarda sadece iş bulmak, iş yerine erişebilmek, güvencesiz koşullarda ve düşük kazançlarla yetinmek zorunda kalmak sorun olmakla kalmıyor, bir de kazancınızı harcama öncelikleriniz de sürekli kışkırtma altında kalıyor.
BEDEL ÖDENİYOR?
Beslenme tarzımızı belirlenmesi ile de üretim ilişkilerin direk ilgisi var. Uzun süre dayansın, daha gösterişli ya da daha lezzetli olsun diye kimyasal içerikli yiyecekler karşımıza çıkıyor. Bu yiyecekler ile besleniyoruz. Bedelini kanser patlaması, genç yaşlara inen ani kalp krizleri, erken ergenlik, üreme yeteneğinde gerileme gibi biçimlerde ödüyoruz.
GELECEKTE NE OLACAK?
Muhtemelen 22. yüzyılda bugünlerin toplumsal koşullarını romanlardan ya da bilimsel incelemelerden okuyacağız. İçinde bulunduğumuz yüzyılda milyonlarca insanın başka bir yol yokmuş gibi öylesine yaşayıp, kendilerini deney faresi gibi kullandırmaya ikna olduklarına şaşıracaklar. İnsanca yaşamak, somut olarak neye karşılık geliyor. Bir de karar vermemiz gerekiyor: İnsanca yaşama, mutlu olma ya da gülme hakkımız var mıdır? Bu haller, her bireyin doğduğu anda devlet tarafından garanti edilmesi gereken bir kazanımlar mıdır yoksa bazı bireylerin erişebileceği ayrıcalıklar mı? Belediye meclis üyesi listelerine girmek, emekçiler için yok hükmünde midir? Sol partilerde bile durum bu şekilde midir? O zaman herkes taklide bakar mı? Bugün çok sorunun bir karşılığı yok.