Konuyu takip edenler yakından biliyor. İklim Kanunu tasarısı, TBMM’nin çevre komisyonunda görüşülmeye başlanıyor.  Bu kez görüşmelere konu ile ilgili bazı sivil toplum kuruluşlarının da katılacağı öğrenildi. Bu konu da yapılan bilimsel araştırmalarda, Paris İklim anlaşmasının amacı gelişmekte olan ülkeleri kontrol almak için yapıldığı görüşü ön plana çıkıyor. Peki, insan eliyle iklimler değişebilir mi? Ülkemizde yaz ile kış mevsiminin yer değiştirmesi mümkün müdür? Hatırlanacağı gibi bir süre önce Büyükşehir Belediye Başkanımızda bu konuda yurtdışındaki bir toplantıya katılmıştı. Eskişehir’de dünden itibaren çevre derneğimizin üyeleri kendi aralarında ‘iklim krizi’ konusunu tartışmaya başlayınca, bende bir şeyler yazmak istedim. Son yıllarda çevre hareketi konusunda önemli çalışmalar yapan Eskişehir Çevre Derneği’nin üyeleri ile bu konuda aynı düşünceleri paylaştığı görmek ayrıca beni memnun etti.

Tartışmalar ne zaman başladı?

1997 yılında Bill Clinton Japonya’ya gitti ve Kyoto’da ‘Biz insan kaynaklı küresel ısınmaya bir dur diyeceğiz’ dedi. ABD'ye döndüğü gün bütün Amerikan üniversiteleri ‘Sen ne saçmalıyorsun? Biz zaten 18 bin yıldan beri küresel ısınmadayız ve tahminlerimiz dışında bir şey olmuyor’ dediler ve o gün Bill Clinton bayrağı çalışmaları bıraktı. Sonra ne mi oldu? Bu bayrağı, Almanya ve İngiltere aldı. 2004 yılında Mersin'de santral için Almanya, kömürü Kolombiya'dan alma şartı koştu. Çünkü Kolombiya'nın Almanya’ya çok büyük borcu var ve kömüründen başka satacak bir şeyi yok. Emperyalist devletler, gelişmekte olan devletleri kullanmak istiyor. 

Karbon borsası

Takvimler, 2005 yılını gösterdiğinde,  Almanya dünya çapında  ‘Karbon borsası’ borsası kurmak için harekete geçti. Amaç, Mersin olayındaki gibi bir şey olacak. Ülkelere  belirli bir karbon kotası verilecek. Kotayı geçemeyenler, kendi haklarını zengin ülkeye satacak. Peki, çevrecilerin aklına şu soru geliyor. Hiç dünyanın sonunu getirecek olan bir gazın borsası mı olur mu? Kyoto Anlaşması denile, iklim krizleri ile süslenmiş olay, antik çağdan bu yana dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ticaret anlaşması değil mi? Bütün gelişmekte olan ve fakir ülkeleri yasal sömürü altına almak hedeflenmişti. Emperyal ülkeler hedefi yutturamadı. 2015’te Paris iklim anlaşması imzalandı. Dünyada bugüne kadar gelmiş geçmiş en hızlı atılan imza oldu.

Soğukluk rekoru

ABD Başkanı Trump, başkanlığının ilk döneminde küresel ısınmanın insan kaynaklı olduğunu ispatlamak’ için, Amerikan bilim adamlarına çalışma yaptırdı. Amerika'da o yıllarda son yüz otuz yılın soğukluk rekorları kırıldı. Çin enerjisinin yüzde 55’ini karbondan sağlıyor. Olay Çin'in önünü kesmek gibi görünüyor ama hedefte ülkemizin olduğunu da düşünüyorum. Bu konuda ülkemizde ve dünyada çalışmaları iyi takip etmek gerekiyor. Önümüzdeki dönemlerde bu olay ülkemizin karşısına çıkacak.

Uzun yılların ortalaması

Bu konuda ülkemiz uzmanlarından sadece biri olan Prof. Dr. Doğanay Tolunay bakınız ne diyor: “İklim dediğimiz şey uzun yılların ortalamasıdır. En az 30 yıllık meteorolojik parametreler. Küresel ısınma dediğimiz de fosil yakıt tüketilmesi, arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği yani meraların tarıma dönüştürülmesi, ormanların madene verilmesi, sulak alanların dökülmesi gibi ormansızlaşma, çeşitli tarımsal faaliyetler, atıklar gibi nedenlerle atmosferdeki sera gazının insan eliyle artması ve buna bağlı olarak da dünyadaki ortalama sıcaklıkların yükselmesidir.”

Yani işin aslı, Sanayi Devriminden 1850’li yıllara kadar ortalamalara göre baktığımızda, günümüzde sıcaklıkların yaklaşık 1,2 santigrat derece arttığını görüyoruz. 130 yıllık dönemdeki en sıcak dönem 8-9 yılda yaşandı. Artık iklim değişikliği gerçekten ekonomik, teknolojik, sosyolojik, hatta politik bir sorun olarak karşımızda duruyor.Türkiye özelinde en büyük sorunumuz enerjinin özelleştirilmesi olarak bakmak gerekir. Türkiye'de elektrik enerjisinin yüzde 80’i özel şirketler eliyle yürüyor. 

Batılılar kontrol etmek istiyor

Bugün iklim politikaları ülkemizde de bazı kişiler tarafından ‘Yeşil Büyüme’ gibi kavramlar ile süsleniyor. Çevre Derneğimizin üyelerinin ve yöneticilerinin bu süslü politikalara alet olmadıklarını görüyorum.  Batılı ülkeler, kendi sanayilerinin çevreye verdiği zararı gizlerken, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasını engellemek istiyor. Sözde "Yeşil Projeler", Batı’nın ekonomik krizine yeni pazarlar yaratmak için uydurulmuş çözümler olarak görülüyor. Milli sanayicimiz ve çiftçilerimizi korumak zorundayız. Kendi ülkemiz için çalışmalıyız. Batılıların Standartları bizi ilgilendirmemelidir.