Türkiye Eskişehir gibi yönetilseydi…
Ülke sanat anlamında büyük yol kat ederdi.
Küçük ama kendine yeten bir ülke olurdu.
Turistler Türkiye’yi örnek göstererek, “İtalya’nın Venedik şehri gibi. İtalya gibi büyük değil ama Venedik gibi şirin” derlerdi.
Müzelerin ülkesi olurdu, müze görmek isteyen ülkeye gelirdi.
Ülkede heykeller tartışılırdı, muhalefet kesimi sürekli “heykeller” üzerinden eleştiri yapardı.
Ülkede heykel istemiyoruz eylemleri başlardı.
Özgürlükler ülkesi olurdu.
Gelecekte Küba ile yarışırdı.
Diğer ülkelerde olan ama bizim ülkemizde olmayan bir husus varsa da “yapayı” mutlaka yapılırdı.
Ekonomi örnek gösterilmese de istişare ile halledilirdi.
Ülkedeki en temel mesele su fiyatları olurdu.
Ülkede sürekli alt yapı tartışmaları yaşanırdı.
Muhalefet kesimi yağmurun yağmasını beklerdi.
Bir iki cılız ses muhalefet yapıyor gibi yapıp, “Ülkenin temel meselesi yağmur oldu kardeşim. Bu mu vizyon” derdi.
Bütün ülke tramvay ağlarıyla birbirine bağlanırdı.
Eskişehir Çamlıca’dan İstanbul Avcılar’a aktarmalı tramvay yolcululuğu yapılırdı mesela…
Uzun yolculuklar sonrası söylenilir ama yine de mutlu olunurdu.
Ülkede her çocuk piyano çalardı örneğin.
Müzik,tiyatro, sanat dersi seçmeli temel derslerden biri haline gelirdi.
Sokakta dolaşan herkes kendisini opera sanatçısı zannedip, sürekli ses denemesi yapabilir, bu da olağan karşılanırdı.
Herkes şair olurdu.
Ülke Eskişehirsporlu olurdu.
Hayvanlar zarar görmez, canlıya yapılacak her türlü eziyet cezasız kalmazdı.
Kadına şiddetin azalması için büyük mücadele sarf edilirdi.
Çocuk hakları için büyük işler yapılırdı.
Ülkenin her yeri, her şehri parklarla çevrilir, denizi olmayan kentlere hemen “yapay plaj” projesi başlatılırdı.
Yapay bile olsa deniz görmeyen çocuk kalmazdı.
Masallar ülkenin her tarafında yaşatılırdı mesela…
Bir kentte “bakımsız dere” mi var, hemen başlatılırdı, Porsuk Çayı gibi ilgi çekerdi.
Ülke Eskişehir gibi yönetilseydi…
Ülke Özge Zaim’i okurdu.
Özge Zaim çok ünlü bir gazeteci olurdu.
Ve son olarak…
Herkesin odasında Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında mutlaka Yılmaz Büyükerşen’in fotoğrafı asılı kalırdı.
***
Kuantum Özge der ki:
“Ayy bu hayat öylesine çelme çaktı ki, acı çektiklerimle dalga geçmeyi öğrendiğim günden beri ferahım.”