Önceki gün Eskişehir Otogarında idik. Rahatsızdık ve iştahımız yoktu. Bu yüzden muzlu yada çilekli süt alıp içmek istedik. Ağzımınız tadı kaçtığında, canımız bir şey istemediğinde hep aynı şeyi yapardık.
Bir büfeye gidip 200 ML sütün fiyatını sorduk. Oradan bize 15 TL fiyat verdiler. Sonra bir başka bölümde bulunan ve hayli geniş bir alanı bulunan bir markete girdik. Orada sadelerinin 20 TL olduğunu, diğerlerinin (Kakaolu, muzlu ve çilekli) 25 TL olduğu söylendi.
Tabi biz aynı günün sabahında şehir merkezinde bir marketten ayın sütten almıştık. 8 TL idi fiyatı. Bu yüzden daha makul bir fiyata satan bir büfe-market buluna kadar yolumuza devam ettik. Çok geçmeden de bulduk. Evet bir büfenin sahibi nihayet 10 TL'ye satıyordu. Çarşıdaki marketin satışından 2 TL daha fazlaydı ama burası zaten otogardı ve kadar farkın olması anormal değil. Biz de oradan yaptık alışverişimizi.
Çarşıdaki büfeden-marketten 8 TL'ye aldığımız esnaf bile kar ediyorsa, aynı sütü 25 TL'ye satan ne yapıyor?
Hadi diyelim herkes istediği fiyattan vatandaşa kitliyor ürünlerini, hizmetlerini de Eskişehir'de yok mu fiyatları denetleyen ve aşırı yüksek fiyatlardan satanları cezalandıracak bir kurum?
Evet, döviz fiyatlarında son 3 yıl içinde meydana gelen patlamalar sonrasında her şeyin fiyatı katlanarak arttı, fiyatlar uçup gitti. Ancak öyle uyanıklar çıktı ki...
Bunlar ne kadar zam yaparlarsa yapsınlar, herhangi bir ürünü hangi fiyattan satırlarsa satsınlar vatandaşın hedefinde kendilerinin değil iktidarın olduğunu çok iyi bilenlerdi. Bu yüzden artık kendileri neyi uygun gördülerse o fiyattan bir ürünü bir hizmeti satmaya başladılar. Düşünün artık 8 TL'ye aynı ürünü satan esnafın kazancı nerede, aynı ürünü 25 TL'ye satan esnafın kazancı nerede!
Peki biz bunları niye yazdık?
Öncelikle bilinçli bir tüketici olarak bize dayatılan fiyatları kabullenmemeliyiz. Aynı ürün ya da hizmetin çok daha uygun fiyata satılabileceğini düşünüp araştırmamızı yapmalıyız. Bunu sadece kendimiz için de değil, esas olarak her şeye rağmen aynı ürünü diğer esnaflara rağmen en makul fiyattan satanları, alışverişimizi kendilerine yönelterek, ödüllendirmek için de yapmalıyız.
AK Parti iktidarının en zayıf olduğu husus denetim. Bu yüzden de herkes istediği fiyattan istediğini satıyor. Vatandaşın acelesi oluyor, başka yere sormayı aklına getiremiyor ve dolayısıyla en yüksek fiyattan o ürünü almış oluyor. Dolayısıyla haksız bir kazanç elde edilmiş olunuyor.
Bu şehrin Maliye ekipleri bu kadar fahiş fiyattan yapılan satışları denetlemeli. Sorumluları bulup cezalandırmalı. Bizler de vatandaş olarak gözümü dört açmalıyız; aynı ürünü en uygun fiyattan satandan alışverişimizi yapmalıyız!
Bunlar yapılmadığı takdirde "Durmak yok, kazıklamaya devam" ifadelerini sloganları haline getirmiş olanların mağduru oluruz!
NOT: Fotoğraf o sütü en uygun fiyata satan markete-büfeye aittir!

***

Süper Kupa maçı nasıl bir gelir kapısı olmaktan çıkarılıp bir siyasi rant aracı haline getirildi?

Gazeteci Fatih Altaylı'nın yazdıklarına göre Ali Koç Federasyon Başkanı’na “Avrupa takımları Suudi Arabistan’da maç veya turnuva oynayarak çok ciddi gelir elde ediyorlar. Biz de en azından kupa finalini orada oynayarak iyi bir gelir elde edebiliriz. Bunu planlarsanız çok iyi olur” demiş.
Federasyon da Ali Koç’un bu önerisi üzerine Suudilerle görüşmeye başlamış ve Süper Kupa Finali böylelikle Suudi Arabistan yolcusu olmuş.
Peki sonrasında ne olmuş? Koray Pehlivanoğlu'ndan dinleyelim:
"Organizasyon kapsamında Norm Ender'in 100’üncü Yıl Marşı’nı okuması Ayrıca 100 kişilik ekiple Türk bayrağı, Atatürk posteri ve kulüp armaları açılması vesaire tümü kabul ediliyor.
Ancak taleplerimiz bitmiyor; Maçtan önce kulüpler ile TFF arasında yapılan toplantıda maça Galatasaray Atatürk’ün ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’, Fenerbahçe ise ‘Yurtta sulh Cihanda sulh’ sözlerinin bulunduğu pankartları açma talebimizi iletiyoruz. Bu da yetmiyor üzerinde Atatürk fotoğrafı bulunan tişörtlerle çıkmayı da dayatıyoruz.
Bu arada Suudiler maç öncesi bizim de milli marşımız çalınsın bari diyor. Sonuçta onların ülkesi, o da seyircisine bir selam çakacak. Ancak bizimkiler bunu kabul etmek istemiyor ve ipler geriliyor.
Bunun üzerine ‘Yurtta Sulh ve Cihanda Sulh’ pankartı ile çıkma talebinin Suudi yönetimi tarafından reddediliyor.
Suudiler soyunma odasına pankart ve t-shirtle sahaya çıkmaya engellemek için polis gönderince iş iyice çıkmaza giriyor.
Ve takımları çekiyoruz.
Benim fikrim olayı bizim abartıp çıkmaza soktuğumuz yönünde. Hem FİFA hem TFF kurallarını aşırı zorlayıp işi Araplar üzerinden bir tür Hükümet ile hesaplaşma evresine sokuyoruz.
Bence bunlara hiç gerek yoktu. Olayı siyasallaştıran biziz.
Belki Suudlar da biraz daha esnek olabilirdi ancak bunun önünü de onların İstiklal marşına itiraz ederek biz kesiyoruz.
Benim eldeki verilerle görebildiğim kadarıyla durum tam olarak budur..."
Bu satırları yazan kişinin iktidara karşı her gün savaşan bir isim olması bir hayli dikkat çekici.
Futbol kulüplerinin borçları her yıl artıyor, vergi borçları zaman zaman affediliyor. Ancak buna rağmen borçları giderek artıyor. Ekstradan önemli gelirler elde edemedikleri takdirde borçlarının artmasının önünde bir engel yok.
Bizim kulüplerimiz başka ülkelerde de benzer şekilde maçlar yapmışlar ve karşı tarafın tüm isteklerine uymuşlar.
Buradaki olayda ise para kazanmak için Suudi Arabistan'da final maçı yapmayı kabullenen takımların başkanlarının oradan, maç yapmadan ve bir kahraman gibi dönmelerine şahit oluyoruz.
Benim şahsi fikrim ise şu: Türkiye kamuoyunun, maçın Suudi Arabistan'da oynanmasına bu kadar büyük ve sert tepki göstereceğini akıl edemediler. Bunu görünce son gün kabul edilmeyecek bazı isteklerde bulundular ve Suudi Arabistan'ın istiklal marşının okunmasını karşı çıktılar. Karşı çıktılar ki Suudilerle aramız bozulsun, maç oynanamasın.
Nihayet hedeflerine de ulaştılar. Gelir elde edemediler, tam tersine yüklü bir tazminat ödemek zorunda kalacakları için zarar ettiler ama kahraman gibi ülkemize geri döndüler!

image.png

image.png