Öncelikle Eskişehir’e hoş geldiniz? Biz sizi tanıyoruz, dizi takipçileri de sizi yakından tanıyor. Ancak yine de bize kısaca Tayfun Sav kimdir, anlatır mısınız?
66 yıllık hayatı bir an da ufak cümlelerle anlatmak zor. Ama Ankara doğumluyum, Kafkas kökenliyim. Atatürk'ün kurduğu Ankara Devlet Konservatuarı Cebeci’deki okuldan 78'de mezun olduktan sonra Ankara Devlet Opera Balesi'nde sanatçı olarak görevime başladım. 4 operada görevlerimi ifa ettikten sonra belirli bir süre sonra idarecilik kısmına geçtim. Bu arada 1982'de o zamanlar Şan Tiyatro'su vardı Egemen Bostancı'nın, Ajda Pekkan ve Deve Kuşu ekibi ile sahne çalışmalarımıza başladığımız zaman 1982 yılında ilk filmimi çektim. Yeşilçam ve kamera ile tanıştım. Filmin adı, 'Elvada Dostum'da doktor rolünde oynadım. 1982'de bir film çalışmamla yeşilçamla tanıştım. 1984'te TRT'de sanat danışmanı olarak çalışırken belgesellerde ilk ödülümüzü aldık. Sanat yaşamımın dışından kendimi ve sanatımı besleyecek ve ülkeme faydalı olacak sanatın yelpazelerinde çalışmaya başladım. TRT’de çalışırken Melih Kibar ile tanıştım. O zamanlar eurovisionlar vardı. Beni kaptı İstanbul'a getirdi. 1989'da Melih Kibar ile onun sanat danışmanlığını ve kareografilerini yaparken İstanbul Devlet Opera Balesi'nde bale sanatçısı olarak çalıştım. 1992'de de dizilerle tanıştım. Bu paralelde sanat hayatıma devam ederken tatsız bir kaza neticesinde, aktif dansı bırakmak zorunda kaldım. Bu sefer de Devlet Tiyatrosu'ndaki değerli dostlarımla, tiyatroda misafir sanatçı olarak devam ettim. Uzun soluklu dizilerimden bir tanesi Kurt Vadisi'nde Mithat, Mito karakteri. Kavak Yelleri'nde Efe'nin babası, Hanımın Çiftliği'nde Adana'da Paşazade. Tabii bu rollerin böyle devamlı olmasından önce müdürlerimizin izin verdiği işlerde oynayabiliyorduk. Mesela Selçuk Yöntem çok da saygın bir oyuncudur. Kendisinin yükselmesinin sebeplerinden birisi Devlet Tiyatrosu'ndan ayrılmasıdır. Diziden rol gelince daha iyi bir role geçmek için özgür olman lazım. Ama yaptığımız işten dolayı izin verilmeyince kısır kalıyorsun. Aktörlük zaten benim aşkım. Aşksız, sanatsız yaşamıyorum.
İlk öğretmenim Suna Kan
Sizin setlerle buluşmanız, oyunculuğu tercih etmenizin altında yatan en önemli gerekçe nedir?
Bizim üstümüzde Ankara yıllarında insanın hayatta bazen virajları vardır. Dünyanın en önemli virtüözlerinden birisi Suna Kan komşumuzdu. O bende bir takım değerler görmüş. Normalde okul orkestramız vardı, Kemal Eroğlu. Bando kurulmuştu. Orada ben çerkez olduğum için akordiyonu seçmiştim. Babam zaten ney çalıyor, annem ud çalıyor. Müziğin içinde olan bir aileydik. Ben normalde Galatasaray Lisesi'ne gidecektim. Orayı birincilikle kazanmıştım fakat Suna Kan bu çocukta sanat ışığı görüyorum dediği için beni konservatuarda imtihana soktu. Ben parasız yatılı kazandım. Bin 500 kişi içinde ilk 10'daydım. Suna Kan'ın büyük saygınlığı ve güzelliği ile dedim ki baba tarafım hep bu şekilde çalışıyor ama sanat nedir, ne değildir hiç bilmiyorum. Sırf radyodan dinlediğimiz için müzik kulağım da iyi geliştiği için sanatı da bir deneyeyim dedim. Tuhaf geldi bana bu konular. O yıllarda Devlet Konservatuar'larında Atatürk uluslararası kültürel anlaşmalarda mesela hangi meslek dalında olursa olsun büyük paralara anlaşılan şeylerde hocaları kültürel anlaşmalar doğrultusunda ufak miktarlara getirildiği için konservatuarda okuyan bütün talebeler, herkes çok farklı ve dünyanın en iyi hocalarından akademik kariyer gördük. Rus hocalardan eğitim aldığım dönemde, dört ayrı başrol oynamıştım. Aktörlüğe öyle bir geçiş yaptım. 13 sene eğitim görüyorsun, 35 yaşında aktif dans yavaş yavaş düşmeye başlıyor. Tiyatro öyle değil. Tiyatroda oynadıkça pişiyorsun. Karakterler, roller. Türkiye'de 70-80'de siyasi savaşlar var, kolay bir iş değil. Aktörlüğe yöneldim. Çoğu kişi benim bale sanatçısı olduğumu bilmez.
Sanatçı her şey olabilir
Oynadığınız dizilerde hayat verdiğiniz karakterler ile gerçek hayattaki Tayfun Sav arasında nasıl bir ilişki var? Canlandırdığınız karakterlerden seyircinin etkilendiğini düşünüyor musunuz? Bu konuda ne gibi tepkiler alıyorsunuz?
Zor bir soru. Eskiden Elizabeth Taylor'ın kocası Larry Fortensky bunun bir dergide sanatla ilgili yazısını okumuştu babam. Demiş ki ben doktor olmak istiyorum, polis olmak istiyorum, gazeteci olmak istiyorum ama bunların hepsini olamam ama sanatçı olursam hepsi de olabilirim. Sinema kültürüm ailemle gelişti. Sinemada oynadığım rolü ben 4-5 gün yaşardım. Acaba ben olsam nasıl oynardım. Bu kollektiflik içerisinde emekle, usta-çırak ilişkisiyle büyüyen bir meslek. Şimdikiler gibi 3 ay kurs görüp artist olunmuyor. Ben halkın içinde yaşarım. Ben çok zenginim, İstanbul'da akbilim var, koca gemilerim var, metrobüslerim var, uçaklarım var. Her yere halkımla gidiyorum. Şimdi Kurtlar Vadisi'nde emniyet mensupları olsun, vatan sevdası olan kardeşlerimle çekerken resimde onların sarılmaları daha farklı oluyor. Kavak Yelleri aile dizisi olduğu için tatlı baba, komiser gülerek resim veriyoruz. Hanımın Çiftliği'nde paşazade olduğu zaman biraz daha ciddi olunuyor. Kurtlar Vadisi diğer dizilerden çok farklı bir ambiyansı olan bir dizi. Düşünün bir aktör için en önemli şey, halkın hatırlaması. Kurtlar Vadisi'ni tenzih ediyorum. Çünkü Kurtlar Vadisi bir devlet dizisi. Bütün dünya ülkelerinde istihbarat bilgilerini halka yaymak için bir köprü olarak kullanılan ve uzun soluklu tek dizi Türkiye'de. 2003 yılında çevirdiğim dizide 45 bölüm oynadım. 20 yıl geçmesine rağmen halk seni hatırlıyor.
Sosyal medya zırvalıktır
Siz dizi oyunculuğunu mu, sinema oyunculuğunu mu tercih edersiniz? Tercihinizin gerekçeleri nelerdir? Sanatçıların gerek sektörde gerekse toplumda hak ettiği saygıyı gördüğünü düşünüyor musunuz?
Ben bu soruya bir de tiyatroyu katarak üçlü bir cevap vermek istiyorum. Sinema, evin, ailenin babası klasiktir, babaların yeri doldurulmaz. Tiyatro, annedir, doğurgandır, canlıdır. Diziler, şımarık zengin çocuklarıdır. Dizi akılda kalır kalmaz, o da sana kalmıştır. Ben tabii ki önce tiyatro, canlı ve konum gereği. Sinema klasik, dizi olsa da olur olmasa da olur. Ama dizi de ekmek parası. Önce hükümetin sanata verdiği değer. Sanat demek illa sinema, tiyatro değil. Sanata değer verilirse sanatçı da yaşadığı ülkenin örf, adet gelenekleri de bu ülkeyi yaratan kendi ülkemiz için Çanakkale'deki şehitlerimizin ruhuna ve bu bayrak uğruna önce vatanına sahip çıkma karakterine sahip olacak. Amerika'da yaşayan sanatçıyı örnek alıp Amerikalı gibi fank, fink, fong teneke kutularıyla, üstünü başını değiştirmekle sanatçı olunmaz. Sanatçının tek ilacı, sevgi ve saygıdır. Nasıl ki bir imam toplumda saygınlığını ve mesafesini koruyorsa sanatçılar da aynı saygınlığını ve özel hayatlarını asla göz önünde yaşamamalılar. Ben ne aile hayatımı ne nerde yemek yediğimi, ne yaptığıma ilişkin ben de sosyal medya yoktur. Zaten bu sosyal medyanın zırvalığından kapattım. Sanatçının özel hayatı bizi ilgilendirmeli mi ilgilendirmemeli mi? Ben göz önünde yaşanmasına karşıyım. Herkese saygı duyarak sanatçı olunur.
Son olarak Eskişehirlilere ve sanatseverlere ne gibi mesajlar vermek istersiniz?
Eskişehir çok merkezi bir şehir. Ben Eskişehir'i 1970'li yıllarından beri biliyorum. Eskişehir'in en büyük özelliklerinden bir tanesi düz olması. Halkının sıcak olması, üniversite kenti olması. Bu kadar güzel üniversitede sinema okullarının yanı sıra film ve dizilere de örnek olması hem Ankara'ya hem de İstanbul'a yakınlığıyla ve hızlı tren ile. Sanatsal faaliyetlerini belediye olsun özel olsun geliştirilmesini tavsiye ediyorum. Belediyenin bu konuda şehir tiyatrosu olabilir ama bunu daha çok Eskişehirlilerle paylaşması gerektiğini düşünüyorum. Burada film çekilecek o kadar güzel platolar var ki. Niye Eskişehir bundan faydalanmasın. Düşün bir sinema filmi ya da bir dizi çekimi için 300-400 kişi geliyor. Buranın kazancını düşünün. Odunpazarı mesela bu doğal plato. Hep birlikte nasıl Yılmaz Büyükerşen bey zamanında yıllar önce bütün insanları bir araya getirdi. Eskişehirlileri boş bırakmayalım. Eskişehir çok güzel bir yer doğal neler var neler. Bunu Eskişehirliler yapsın. Gelelim bir araya gidelim belediye başkanına diyelim ki biz burada biz üretelim Eskişehirli oturmasın. Eskişehir niye böyle bir potansiyele sahipken yapmasın.
TUĞBA AKTAY