Öncelikle Sinan Aşık kimdir kendinizden bahseder misiniz? Nerede doğdunuz, eğitim hayatınızla ilgili bilgiler verir misiniz?

1978 yılında Kayseri'nin Develi ilçesinde doğdum. Karadeniz Teknik Üniversitesi Matematik Bölümü'nden sonra Marmara Üniversitesi tezsiz ardından tezli yüksek lisans yaptım. Harvard Üniversitesi yüksek lisans eğitimine kabul almış ve gidiyorken eşim ile karşılaştım. Gitmekten vazgeçtim ve evlendim. Türkiye’de kaldım. İyi ki kalmışım. Özel dershalerde 11-12 yıl matematik öğretmeni olarak çalıştım. Ardından bir kamu kurumuna öğretmen olarak atandım. Yaklaşık 14-15 yıldır da burada öğretmen olarak çalışıyorum. Zülal isminde 7 yaşında bir kız çocuğu babasıyım. Yazmak; babalık görevleri dışında kalan dar bir zaman aslında benim için. Kendi çocuğuma karşı görevlerimi yerine tam getirirsem yazdığım tüm çocuk karakterlere, gençlere karşı sorumluluklarımı hatırlar ve ona göre yazarım. Her şeyi yazamam. Yazmadık da. Yazmak, bir vebal... Belki milyon TL’ler kaybettik ama başım yastığa huzurla gidiyor şuan.

‘Sınırsız’ kelimesi hayatımın akışını değiştirdi

Senaristlik nereden aklınıza geldi? Bugüne kadar kaç film ya da diziye senaryo hazırladınız?

Sayı olarak net bir şey söylemem mümkün değil. Hatta bazan yazdığımız işleri dahi unutuyorum. Çekilmiş işlerimizin yanında çekilmemiş ve elimizde depo halde, yazılmayı bekleyen, yapımcıda çalışmalarına önümüzdeki yıllar başlanacak olan, bilgisayarımda bir yerlerde bitirilmeyi bekleyen pek çok proje var. Ne yazdığımızı hatırlama konusunda ciddi sorunlar yaşayınca bir indeks oluşturdum. Yapımcı görüşmelerine o indeksle gidiyorum. Elinde şöyle bir film veya dizi var mıydı dediğinde indekse bakıyorum. TRT'ye, belli kurumlara belgeseller yazdım. Şafak Sezer'in 'Yalan Dolan' diye bir sinema filmi var. Michael Şahin Derun ile birlikte yazdık. Eymen Buldanlıoğlu ile senaryosunu kaleme aldığımız Onur Aldoğan'ın yönetmenliğini yaptığı 'Benim Hikayem' ile başladı film yolculuğumuz. Şu an senaryosunu yazdığım çekimleri geçtiğimiz yıl Ayvalık’ta yapılan, Pelin Öztekin, Mehmet Çepiç, Ferdi Sancar, Tuan Tunalı gibi oyuncuların hayat verdiği 'Kızı Kazan Aşk' romantik komedi filmi vizyon için gün saymakta. Özün Sözü; Rasim Özdenören, Zerafetin Sesi; Cahit Zarifoğlu, Kültüre Adanmış Bir Ömür; D. Mehmet Doğan, Kuş Bakışı Türkiye, Devler Ardında Karınca Adımları; Mehmet Akif Ersoy belgeselleri şuan aklıma gelen çekilmiş işlerden. Çok fazla kısa film yazdım ve birçoğu depo halde çekilmeyi beklemekte. Senaryosunu yazdığım Game Of Territory, İmza ve Mizan kısa filmleri yurt içi ve yurt dışı festivallerde birincilikler aldı. Kalem arkadaşı olarak yol üzere tanıştığım Ali Işık kardeşimle birlikte birçok dizi ve film yazdık. Kimisi yapımcılarda, kimisi için görüşme halindeyiz kimisinin de yazımları devam ediyor. Yine yol üzere öyle güzel bir insanla, Haluk Piyes Ağabey’le tanıştım ki şuan abi- kardeş birçok işte birlikte hareket ediyoruz. Bunun dışında reklam filmleri, tanıtım reklam filmleri ara iş olarak yaptım. İlk zamanlar bize gelen her işi yazma gayretinde idik ancak dönüp baktığımızda güvenebileceğimiz çok az insanı etrafımızda görünce zamanın bizim için kıymetini kavradık ve seçici olmaya bir şekilde itildik. Yayınlamaya layık görmemem sebebiyle 90’lı yıllarda yazmış olduğum şiirlerimi 20 yıl sonra bir dostumun ısrarıyla “Okumayı Yazabilmek” adında bir kitapta topladım.

Gerçek hayatın içinden alıntılar yapıyorum

Senaristlik nedir tarif eder misiniz? Senaryo olarak kaleme aldığınız metinleri hazırlarken hangi kaynaklardan yararlanıyorsunuz? Örneğin yabancı kaynaklardan ya da gerçek hayattan konu seçiyor musunuz?

Senaristlik, yaşamın içerisinden bir kesiti gerçek veya kurgu şeklinde çekilebilir istediğimiz bir atmosferde, iklimde gerçekleştirebilme refleksi. Çıkıp bir hayat biçimine dönüşüyor bizim için mekanikleşiyor bir adımdan sonra. Yazdığımız karakterlerle gün içerisinde sanki yaşıyorlamış gibi konuştuğumuz zamanlar da oluyor. Çünkü ona diyalog yazarken bir anda onunla bazen konuştuğumuzu arkadaşlarımız yakalıyor, söylüyorlar. Hani, kiminle konuşuyorsun falan diye. O karakterin konuşmaları oluyor aslında bir yerde onu not alıyoruz. Onu farklı bir projede bir yerde değerlendiriyoruz veya devam eden bir proje ise ilgili yere yazıyoruz. Günümüz sürekli not almakla, gözlem yapmakla geçtiği gibi bunları yaparken bizatihi kendimiz bir şeyler de yaşıyoruz mesela. Onları da yazabiliyoruz, kendi yaşantılarımızı. Komedi filmlerinin bir çoğunda kendimden, akrabalarımdan, yaşadıklarımdan yola çıktım. Mesela dayımın yaşadığı bir şey vardı. 'Kızı Kazan Aşk'ta dayımın yaşadığı şeyi sahne olarak yazdık. Yapımcı dedi nereden buldun bunu falan. Dedim kendisi bizzatihi dayım olur. Genellikle gerçek hayattan besleniyorum. Kurgu da oluyor ve biz buna ‘Buluş’ diyoruz. Şöyle bir sahne yazmamız gerekiyor. O sahnenin içerisini en özgün şekilde daha önce yapılmamış öz bir şeyle nasıl doldururuz sorusuna cevaplar arıyoruz. Bu, belki bir gün sonra belki bir hafta sonra cevap buluyor. Filmin bekleme sebebi de bu oluyor aslında. Düz, herkesin yapabildiği gibi yapabilecekken filmi bekletmemizin sebebi biraz daha özgün daha farklı bir şey ortaya çıkarma niyeti. O sahneler üzerine çok fazla kafa yorarak geçiyor yazım sürecimiz. Tutarlı gerçekçi bir senaryo anlayışı ile yazmaya özen gösteriyoruz. Yazdığımız şeylerin gerçek hayatta birebir olmasa da mantık hatalarına düşmemesine özen gösteriyoruz. Mesela şöyle söyleyelim, Şahin abi ile bir zaman yolcusu hikayesi yazmıştık. Birçok hollywood yapımı filmde görsel efektçi olarak çalışmış olan Şahin abi uzay gemisinin görsel efektlerini yapıyordu. Şahin abi uzay gemisinin ana çıkış kapısına yakın bir yerde bir aparat koymaya çalışıyordu. Abi dedim, hani ne olacak oradan seç rastgele koy dedim. Sonra dedi ki, o geminin ana bilmem ne valfi sıradan bir şey değil, o parça orada olmalı demişti. O zaman anlamıştım saatlerce neden hassasiyetle çaba sarf ettiğini. Çünkü diziyi o alanda uzman kişiler de izleyebilirdi ve bizim tüm ayrıntıları gözden geçirmemiz gerekiyordu. Biliyorduk ki gerçeklik anlamında tepeyi hedef alırsak hiç sıkıntı çıkmaz daha inandırıcı olur, daha güzel olurdu. O sebeple yazdığımız projelerde yazdığımız karakterin mesleği neyse o meslek üzerine kafa yorduğumuz, günlerce çalıştığımız oldu. Mesela bir projede bir sahne üzerinde çalışırken fizikte bir zaman teorisini geliştirdiğimiz bile oldu. Dizide yeni bir zaman teorisi ortaya attık mesela bize de mantıklı geldi. Hatta makale olarak yayınlatsak mı gibi aramızda tartışmalarımız da oldu. Haliyle yazarken ince eleyip sık dokuduk. 10-15 gün içinde buyrun filminiz demedik. Yani yazım öncesi hazırlık sürecini uzun tutuyoruz. Çok fazla notlar alıp üzerine uzun tartışmalar yapıyoruz. Çok fazla okumalar yapıyoruz. Hele belgesel yazıyorsanız o konuda bilgi hatası yapmanız ölümcül olurdu. Zira o iş size referans olacak birçok yerde.

Kendi hayat hikayem de enteresan. Burada bahsetmeye zamanımız uygun değil ancak yaşadığım bir şeyi paylaşmak isterim. Bir gün yolda rahmetli Doğan Cüceloğlu ile karşılaşmıştık. Yahu dedi senle birçok yerde karşılaşıyoruz ama birbirimizi yeterince tanımıyoruz. Bana kendinden bahseder misin demişti. Ayak üstü ben anlatmaya başlayınca elimi daha sıkı tuttu ve tüm hayat hikayeni istiyorum bana yaz ve mail at demişti gençlik dizimize konsept danışmanlığı teklifini kabul etmeden hemen önce. Yaklaşık 3 ay sonra da vefat etti. Rahmetle...

Biz malzemeleri hazırlıyoruz asıl iş yönetmenin

Senaristlik sinema ve dizi filmler için mutfak çalışması olarak değerlendirilebilir. Yani asıl dizilerin ya da filmlerin konusunu ve ana fikrini siz oluşturmuş oluyorsunuz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Aslında senarist bir hikaye anlatıyor. Bir ana fikirden yola çıkıyor belki. Ana fikirler atom bombaları gibi yani küçük ama etkileri çok büyük genişletildiği zaman. Ona benzetiyorum. Bir yazara sormuşlar hani şöyle bir şey yazar mısınız, çok kısa ifade eder misiniz, özetler misiniz diye sormuşlar. O da demiş ki o kadar kısa yazacak zamanım yok. Gerçekten de öyle. Bir şeyi indirgemek, tek bir öze dönüştürmek bizim en zorlandığımız kısımlardan bir tanesi ki filmin ismini vermek de buna dahil olabiliyor çoğu zaman. Yani 100-120 sayfalık filmleri yazıp, isim bulmakla 1-2-3 hafta düşündüğümüz zamanlar oluyor. 100-120 sayfayı rahat bir şekilde zorlama olmadan yazabiliyorken isim konusunda zorlanıyoruz. Çünkü isim gerçekten önemli oluyor. Bir kişiye isim vermek gibi. Filmin tamamını anımsatacak bir isim önemli. Komedi filmlerinde mesela 'Yalan Dolan' diye bir komedi filmi yazdık Şahin abi ile hatta 'Havadan Sudan' diye bir uçak komedisi de yazmıştık ama pandemiye denk gelip hayat bulamamıştı tüm hazırlıkları tamamlanmış olmasına rağmen. Orada isim konusunda çok uğraşmadık. Çünkü 'Yalan Dolan', 'Havadan Sudan' diye bir anda Şahin abinin ağzından çıktı. Çok önemli değil dedi yani. Önemli olan seyirci gülecek, eğlenecek çok üzerinde durmadığımız işler de oldu. Filmin türüne bazen özelliğine göre de değişebiliyor bunu da belirtmek lazım.

Konuya tekrar dönersek eğer, senarist evet bir fikir veriyor. Senaryo aslında o fikrin veya hikayenin teknik bir taslağı. Asıl hikaye anlatıcı bence yönetmen. Yönetmen de o taslak üzerinden bir hikaye anlatacak ama sinemanın argümanlarını kullanarak, gerektiğinde görsel bir şölene dönüştürerek. Bu sebeple eğer yönetmenin değiştiremeyeceği kalitede bir senaryo yazmışsanız ki bu istisnadır çoğunlukla o zaman evet yazdığınız senaryo yazdığınız haliyle çekilmelidir. Yok değil ise yönetmen de taşın altına elini koyup farkını ortaya koymalıdır. O da bir hikaye anlatmalı bence ama referans değişmez noktalardan sapmadan. Normalde kamera hareketleri yazılmaz senaryoda çok fazla. Çünkü iyi bir yönetmen işine karıştırmak istemez ama amatör bir yönetmenle çalışıyorsanız kamera hareketlerinden planlardan ipuçları da ekliyorsunuz ve sizin yazdığınız senaryoya hayran kalıyor ve çoğunlukla da sizin yazdığınız şekliyle çekiyor ama doğrusu tabiiki de bu değil! Türkiye'de en sıkıntısını yaşadığımız şeylerden bir tanesi bu. İşte o sahnede bunu mu demek istedin, şunu mu yaptın değil. İyi bir yönetmen senaryoyu okuyup kendi de zihinsel, görsel sürecinde bir senaryo yazıp bunu görsel bir şölene dönüştürebilir. Dolayısıyla aslında biz mutfağında hazırladığımız bir yemeği veya salatayı yönetmene sunuyoruz. Yönetmen ona en iyi sosları katıyor ve servis ediyor. Mutfağın aslında arka planında Bir hazırlık bir taslak sunuyoruz.

Gerçek hayat ile senaryolar arasında fark var mı, varsa ne gibi farklar var, anlatır mısınız?

Gerçek ve yalan arasındaki bağlantı gibi. Mesela sürekli aynı yalanı söylersen bir zaman sonra o yalanın gerçek olduğuna etrafındakileri bırak bizzat kendin inanmaya başlarsın. Kurguladığımız sahnelerde veya konularda da böyle oluyor. Kurguladığımız bir karakter bir zaman sonra yaşamaya başlıyor. Öyle ki o karakterle ilgili bize ne sorsanız cevap verecek hale geliyoruz. O kurgu veya düzmece olan yapı bir zaman sonra gerçekliğe dönüşüyor.

Gençlere hangi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Teknoloji geliştikçe aslında insanları birbirine yakınlaştırması gerekirken uzaklaştırdı. Bireysel bağımlılıklara dönüştü. Gençlerin elinde bütün imkanlar, bütün kitaplar, PDF olarak önlerinde olsa dahi bu sefer biz tembellik gibi, isteksizlik gibi bir hastalığa kapılacağız diye düşünüyorum. Yapay zeka bize bunu verecek veya gelişen teknoloji. Yani bütün her şey önünde. Klavyeye dokunmak istemeyecek belki de yazmak istemeyecek o istekliliğini kaybedeceğiz belki de. Dolayısıyla bunun üzerine bu öngörüler üzerine belki çalışmalar yapmak lazım. İsteklilik üzerine, gençlerin bir rota belirlemesi üzerine. Hayatlarına, kendilerine bir rota belirlemesi, istekliliği üzerine çalışmak lazım diye düşünüyorum.

Son olarak bir müjde vermeyi düşünüyorum. Eskişehir'de çekimlerini düşündüğümüz bir 'Sarı Yağmurluklu Adam' isimli youtube kanalı projemiz var. Projenin konseptinde 'İnsan kalabilen, her insan değerlidir' demeyi düşünüyoruz. Bu sebeple her kesimden sıradan gibi görünen aslında sıradan olmayan yaşamları resmetmeyi hedefliyoruz. Yapımcılığını ve sunuculuğunu Kamil Tekelioğlu'nun yapacağı, yönetmenliğini Ufuk Başar Can’ın yapacağı 'Sarı Yağmurluklu Adam' projemiz yakında sizlerle olacak.

TUĞBA AKTAY

Kaynak: Tuğba Aktay