Bugün size bizzat yaşadığım, test ettiğim bir semt pazarı hikayesi anlatacağım. Hem de şu bizim yakından bildiğimiz tezgahları süsleyen ama düne kadar pek çoğumuz çok da ihtiyaç hissetmediği “patlıcan” üzerinden. Hani kimilerine göre “imambayıldı” kimilerine göre “karnıyarık” yapılan, “közlenerek” salatalarda kullanılan, genellikle insanların “musakkasını” çok beğendikleri ve içerisinde sigara tiryakilerini yakından ilgilendiren nikotin barındırdığı iddia edilen patlıcandan söz edeceğim. Geyik yapacağımı düşünmeyin sakın. Ülkenin ve sokağın gerçek gündeminden söz edeceğim.

Çok uzun zamandır pazara gitmiyordum. Geçtiğimiz gün sabah erken saatlerde 75. Yıl Mahallesindeki pazara yolum düştü. Pazarcılar tezgâhlarını yeni yeni açmaya başlamışlar. Bir kısmı tezgâhını düzenlemiş ve getirdikleri odun sobasında yaktıkları odunların ateşiyle sabahın soğuğunu atlatmaya çalışıyorlar. Selam verdik hayırlı işler diledik. Amacımız gezen tavuk yumurtası almaktı. Bu arada bir tezgâh üzerinde az miktarda pırıl pırıl dizilmiş patlıcanları görünce dayanamayıp sordum “Patlıcan’ın kilogramı ne kadar?” Pazarcı arkadaşımız, “Yarımı 25 TL” diye cevap verdi. Gayri ihtiyari “yarımı 25 ise kilogramı 50 TL yani” sözleri çıktı ağzımızdan. Pazarcı arkadaşımız, “Ne yapalım ağabey inanın fiyat söylemeye korkar olduk!” diyebildi…

Zaman zaman bu sütunlarda özellikle emeklileri kastederek yapıyoruz ya “askıda ekmek, pazarda çıkma ürün” bekleyenleri… Yukarıdaki kısa diyalog gerçekten nereden nereye geldiğimizi ortaya koyuyor. Siyasetçilerin gündeminde “patlıcan fiyatı” olmadı olmayacak. Onların gündemindeki tek konu,”belediye başkanlığı koltuğuna kim oturmalı?” sorusunun cevabı. Sanki farklı bir isim koltuğa oturunca patlıcan fiyatları düşecek, emekli “askıda ekmekten, pazardaki çıkma üründen” vazgeçip normal hayatına devam edecekmiş gibi.

Eğer bir vatandaş fanatik bir aidiyet duygusu içerisinde herhangi bir partiye gönül vermemiş ise emin olun gündeminde seçim falan yok. Vatandaşın bir numaralı gündeminde “geçim derdi” var.

Gelelim patlıcanın fiyatına… Başka bir dünyada yaşamıyoruz. Patlıcanı yetiştirenin eline emin olun 50 TL’lik fiyattan geçen para masraflarını ya karşılıyordur, ya karşılamıyordur. Aracılarda bu işten muzdarip olduğuna göre. Yahu patlıcan da, domateste, patateste kısacası mutfaklarımıza giren tüm sebze ve meyveler öyle kolay yetişmiyor. Bunun fidesi var, gübresi var, ilacı var, sulaması var, toplaması var, bakımı var. Ve soğuk sıcak demeden işçiliği var. Zahmeti gerçekten çok fazla. Bu şartlarda emek verenin emeğinin karşılığı olsa sorun yok. Ama aracıda kazanmadığına göre biz bu zahmeti, bu kadar büyük paraları niye ödüyoruz? İşte bu sorunun cevabı yok.

Vatandaş için gerçekten sıkıntı büyük. Üreten için de, tüketen içinde sıkıntı var. Aracılarda yüksek kar payı alamadıklarından şikayetçiler. Peki, sorun nerede? Sorun ulaşım maliyetlerinde, ithal ilacında, doğal gübresinde yükselen işçilik maliyetlerinde… Geçtiğimiz gün portakallar ile ilgili olarak bir haber izledim.2 TL’ye yerinde portakalı meyve suyu fabrikalarına veremediklerinden dert yanan üreticiler gördüm. Üretici konuşurken akşama kadar toplanan portakalın gelirinin işçinin günlük ücretini karşılamadığını anlatıyordu. Benzeri bir sıkıntıyı geçtiğimiz yıl limon üreticileri yaşamıştı ve limon ağaçlarını kökünden söküp atmakta çareyi bulmuşlardı.

“Patlıcan’ın hikayesi” diye başlamıştık değil mi? Bir patlıcan bakın bizi nerelere alıp götürdü. Ne yazık ki ülkemizin acı gerçekleri bunlar. Bunların konuşulmasından birilerinin çok da hoşlanmadığını biliyoruz.