Geçtiğimiz günlerde, “Deprem insanların siyasi partileri ile ilgilenmez. Depremde hayatını kaybeden insanların siyasi kimlikleri sorulmaz. Deprem, yaşanmaya başladığında kimin hangi partiye oy verdiğini sorgulamaz. Eğer binalarınız sağlam değilse, AK Parti’ye de CHP’ye de oy vermiş olsanız biriniz sağ kalsın, diğeriniz ölsün demez. Sebep olduğu enkazında altında kimin kaldığı ile ilgilenmez” içerikli bir yazı kaleme almış ve Eskişehir için gerekli önlemlerin alınması ve bir takım teknik çalışmaların bir an önce sonuçlandırılması çağrısında bulunmuştum. Aslında ülkemizin gerçeği şu ki; DEPREM nerede ne zaman olacak hiç belli olmaz. Öyle bir yerde olur ki şiddeti ve büyüklüğüne bakılmaksızın çok büyük yıkımlara sebep olabilir. Örneğin; Eskişehir gibi yapı stokunun yüzde 60’ından fazlası yaşlı ve son yönetmeliklere uygun olmadığı, hatta bitişik nizam bir yapılaşmanın tercih edildiği, alüvyon bir zemine sahip yerleşim alanında bulunan bir şehirde şiddet ve büyüklük çok tartışılmaz.

Bu değerlendirmelerin ardından yetkililerden bir adım atılmasını bekledim mi? Hayır beklemedim. Çünkü bu ülkede her şey olup bittikten sonra konuşulmaya başlanır. Herkes “şöyle yapmalıydık, böyle yapmalıydık. Şunu kim yapmadı, bunun sorumlusu kim” türünden konuşur. Sonuçta her şey kısa bir süre tartışılır sonra unutulur gider… Bu noktada yetkisi olmayan ama biraz konuya yakın ve uzmanlık alanı olduğunu düşündüğüm bir dostum geçtiğimiz gün konuyla ilgili düşüncelerini kaleme almış ve bana göndermiş. Şimdi akıl için yolun aynı olduğunu da ispat eden bu değerlendirmeyi sizlerin takdirine sunuyorum. “Rantsal Dönüşüm! Gelin memleketimizde son yıllardaki kentsel dönüşüm anlayışını birlikte değerlendirelim. Malumunuz deprem gerçeği en acı şekilde tüm yurttaşlara dönem dönem kendini hatırlatıyor. “Dönem dönem” diyorum çünkü deprem gerçeği, 6 Şubat tarihinden sonra bir kaç ay gündemde kaldı lakin sonrasında yavaşça gündemimizden çıkıverdi. Oysaki başta siyasilerin ve kurum yetkililerinin sorun çözülene dek gündeminden çıkmaması gereken bir gerçek, Deprem!

Ne yaptık? Eskileri yıkıp yenileri, tek katlıyı ise çok katlı yapıverdik mi buyurun size kentsel dönüşüm. Oysaki kaçak yapılardan tutun da denetimi kafalarda soru işareti bırakan nispeten çok katlı yapılar değil miydi canlarımızı koparan? Bu sorunun muhatabı elbette ben değilim! Şehrin yapı stoklarında bir inceleme yapıldığında kaçının iyi durumda kaçının riskli olduğu halen netleşmiş değil. Şehrin merkezindeki riskli olabilecek yapılarda depremi bekleyen vatandaşlarımızın ne zamana kadar bekleyeceği ise sanırım hiç gündemde değil. Elbette bir takım siyasi manevralar ile bir kaç edebiyat lakırdısı kulağa hoş gelebilir."Bizim sorumluluğumuzda değil! Biz gerekli çalışmaları yapıyoruz ilgililerine bildireceğiz..." vesaire. Ancak teknik ve bilimsel açıdan söylenmeyecek her söz, atılmayacak her adım deprem gerçeğini ciddiye almamaktır. Vatandaşa karşı sorumluluğunu yerine getirmemektir. Gelin şehirlerimizin nefes almasını sağlayalım. Başta kurumların idarecileri ile bu şehrin plancıları, mühendisleri ve mimarları bu konuyu bir beka meselesi haline getirip çözelim. İnsana değer veren bir anlayışla siyasi kaygıları bir kenara bırakarak rantsal değil gerçek anlamda bir kentsel dönüşüm yapalım.”

Tam da bu yazının bana gönderildiği günlerde belki de en çok yenilenmenin yapıldığı bir mahallemize bir başka dostumuzun torununun sünnet düğünü dolayısıyla yolumuz düştü. Şöyle bir baktım; yenilenen binalara gerçekten üzüldüm. Yapılan, yenilemenin ötesinde biraz daha makyajlanmış yeni bir görünüme kavuşturulmuş yapılardan ibaret. Yine bitişik nizam yapılar, yine daracık sokaklar ve yetmezmiş gibi yetersiz otoparklar sebebiyle sağlı sollu araç parklarıyla daraltılmış caddeler. Çünkü işin içinde kentsel dönüşümden ziyade yeterli denetime tabi tutulmamış bir rantsal dönüşüm olunca demek ki işler böyle oluyor.