Aslında oyunculuğa tövbe etmiştim
Öncelikle Eskişehir’e hoş geldiniz. Sizi Mandra Filozofu filminizle birlikte çok daha iyi tanıdık. Müfit Can Saçıntı bir tiyatro sanatçısı olarak da genel olarak da farklı bir tarzınız var. Sizi diğer tiyatro ve sahne sanatçılarından ayıran nedir?
Çünkü ben oyuncu değilim. Liseden itibaren tiyatroya başladım ama benim tanınmamı sağlayan Mandıra Filozofu. Ben aslında o zaman Çocuklar Duymasın’dan çıktığım üç yazarından biriydim, dönüşümlü olarak yazıyorduk. İki bölümlük misafir oyunculuk söz konusu oldu. Ben oyunculuğa tövbe etmiştim ama farklı sebeplerle iki bölümlük misafir oyunculuğu kabul ettim. İki bölüm sürecek sanırken 105 bölüm sürdü. Ama fark şurada bunun uzamamasına karar verince seyircinin lüksünden dolayı kalem de benim elimdeydi. Diğer iki arkadaşımla beraber ama üçte birini kesin ben yazdım. Bazen de arkadaşlarım sıkışınca kendi sahneni kendin yaz diyorlardı. 105 bölümün 70’ini 80’ini ben yazmışımdır. Ama bu bana bir avantaj. Ben kendimi biliyorum. Yelpazesi çok geniş bir oyuncu değilim. Bir kendim oynayabileceğim kadarını yazdım. Kendi düşüncelerimi öz itibariyle yazdım. Öyle olunca ve o anlamda oynamadığım için ben daha doğal olduğum daha samimi inanarak çevirdiğim bazı şeyleri o da seyirciye geçti diye düşünüyorum. Bu film için de geçerli. Dolayısıyla fark bundan dolayıydı. Ben kendimi oyuncu olarak görmüyorum bunu da mütevazi olarak söylemiyorum. Canı gönülden söylüyorum ve yine kendimi profesyonel görmediğim için diğer filmlerde de hep inandığım şeyleri oynarım. Şimdi gerçek bir oyuncu her şeyi oynar. Örnek veriyorum fahişeyi de oynar affedersin pezevengi de oynar, rol çünkü o. Gerçek, profesyonel oyuncu odur. Her şeyi oynar. Ben her şeyi oynayamam. Çünkü ben profesyonel bir oyuncu değilim. Ben sadece inandığım, bana yakın şeyleri oynarım. Belki o da bir fark yaratıyor. İnandığım şeyler, bana yakın şeyler. Belki öyle bir fark yaratıyor, sağ olsun seyircimiz de bir itibar gösteriyor o samimiyeti hissediyor belki.
Eskişehir seyircisine güveniyoruz
Daha önce birçok kez ‘İtiraz Ediyorum’ adlı oyununuz Eskişehir’de sahnelendi. Eskişehir seyircisi sizi nasıl karşıladı?
Sayamadık, keşke saysaydık ama 5 yıldır bu oyunu oynuyoruz. En çok Eskişehir ve Bursa’ya geldik. Belki en çok geldiğimiz yer Eskişehir. Niye geliyoruz, durup dururken değil. Eskişehir seyircisi bizi bağrına basıyor. Günler öncesinden biletler tükeniyor. İstisnası yok, hiç boş oyun oynamadık. Türkiye’de en çok oynadığımız yer olduğu halde. 10 küsür kez geldiğimiz halde hiç boş salona oynamadık. Hep birkaç gün öncesinden bitti biletler. Bazen 15 gün bazen bir ay öncesinden. Eskişehir seyircisinin bizim kişisel tarihimizde farklı bir yeri var. Her yerde oyunumuza ilgi oldukça yüksek. Ama biz Eskişehir’i, Eskişehir seyircisini çok seviyoruz.
Tek kişilik bir oyunla izleyiciyi adeta sahneye kilitliyorsunuz. Sadece güldürmüyorsunuz, aynı zamanda düşündürüyorsunuz. İzleyicilere neyi düşündürmeyi hedefliyorsunuz?
Tek kişilik bir oyun ama arkada kocaman bir ekibimiz var. Görünen 4 kişi ama arkadaşlarım aslında normal şartlarda 8 kişinin yaptığı işi yapıyor. Aslında 8 kişilik bir oyun. Biz şimdi şunu söylemeye çalışıyoruz. Oyunun adı ‘İtiraz Ediyorum’ ama bizim sahnede yaptıklarımızdan daha çok ben eminim seyircinin günlük hayatında pek çok şeye itirazı var. Biz de kendi itirazlarımızı sahneliyoruz ama seyircimize de söylüyorum, aslında bizim itirazlarımız sinek vızırtısına benziyor ama asıl sorun bu sinekleri üreten bataklığın adı ne. Sadece bizim ülkemiz için değil bütün dünya için bu böyle. Şunu düşünüyorum bu sinekleri üreten bataklığın adı kapitalizm. Ama bunun üzerine nutuk atmıyoruz. Onu eğlenceli bir şekilde, bir reklam üzerinden, kapitalizm nedir ne değildir eğlenceli ama benim derdim kapitalizmle bazen sosyal içerikli, toplumsal içerikli şeyler söylüyorum. Bir yandan baktığımda mesela siyasi şeyler söylüyorum ama asla siyasi partilerle veya siyasetle alakamız yok. Ben işin temelini kapitalizm olarak görüyorum ve ben bir siyaset yapıyorsam kapitalizm üzerinden yapıyorum. Asla siyaset, o partiymiş, bu partiymiş bilmem ne ama bunları böyle konuşunca belki o okuyucularımız diyecek ki ne kadar ciddi bir şey ama değil. Bütün bunları gülerek, güldürerek, seyircimizle beraber şarkılar söyleyerek bunu anlatmaya daha doğrusu hissettirmeye çalışıyoruz. Belki doğru kelime bu. Bir şey anlatıp nutuk çekmiyoruz. Bir şey hissetmeye, hissettirmeye çalışıyoruz. O hissi de gülerek, güldürerek, eğlenerek yapmaya çalışıyoruz.
Herkes sevdiği işi yapsın
Gençlere sanat ve sanatçıya dair neler söylemek istersiniz? Bu arada Eskişehirli sanatseverler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bütün insanlar için genç, yaşlı ayırmadan ama özellikle gençleri düşüneceksek lütfen sevdiğiniz işi yapın. Sanat ya da değil. Çünkü bu ülkede emeklilik yaşı 65, Almanya’da 67 ortalama insan ömrü 70 yaş. Ömür dediğin şey çalışmakla geçiyor. Yani ömrümüz çalışmakla geçecek o zaman sevdiğiniz işi yaparsanız sevdiğiniz işle uğraşarak bir ömür tamamlarsınız. Ama paraydı, puldu, şöhretti bilmem neydi için sevmediğiniz bir işi yaparsanız para pul kazanabilirsiniz, başarı kazanabilirsiniz ama sevmediğiniz bir ömür yaşarsınız. Ve yaşlılığınızda da pişman olursunuz. Yani o zaman anlarsın kefenin cebine parayı koyamıyorum, şöhreti koyamıyorum, onu koyamıyorum. Ulan ben ne yaptım bunun için miydi dersiniz. Çok geç olur, çok geç olmadan. Lütfen kim ne yaparsa yapsın lütfen sevdiği işi yapsın. Eskişehir seyircisinin ilgisinden, sevgisinden çok memnunuz. Hep diyorlar artık belki Eskişehirliler duymaktan sıkıldı. Gerçekten de Eskişehir artık tamamen bir Avrupa şehri. Bunu derken kompleksine söylemiyoruz. Eskişehir’imiz herhangi bir Avrupa şehriyle yarışır ve pek çok şeyini de geçer. Hem şehircilik anlamında, planlaması, sosyal hayatı, insanların sosyalliği ve sosyal hayata katkıları. Bugün Eskişehir’imiz bir dünya şehri. Eskişehirli olsam keşke gurur duyardım. Bazen insan kendi yaşadığı koşulların kıymetini bilemiyor. Dışarıdan bakamıyor. Ben dışarıdan birisi olarak bunu söylüyorum. Eskişehirli olmak bugün dünya çapında gurur duyulacak bir şey.
Oyundan sonra sahnede herkesle tek tek fotoğraf çektirdiniz, bir keman dinletisi sundunuz seyirciye. Bu bana çok farklı geldi. Neden?
Bazı isimlerde de var ama şundan çıkıyor. Bizim geleneksel tiyatromuzda zaten tek kişilik gösteri derken de diyoruz ki bizim geleneksel tiyatromuzda meddahın yeri var. Tek kişilik gösteri tam bir tiyatro sayılmaz ama bizim geleneksel tiyatromuzda meddah olduğu için biz bunu tiyatronun içinde yeri olan bir şey olarak görüyoruz. Bizim geleneksel tiyatromuzda da oyundan önce müzik vardı, kanto vardı, pek çok başka şey vardı. Biz günümüz koşullarında onu devam ettirmeye çalışıyoruz. Hem oyunumuzdan önce müziğimiz var. Oyunumuzun arasında müziğimiz var. Bir de fotoğraf çektiriyoruz bütünlüğümüz için fotoğrafı da müzik eşliğinde çekiyoruz. Yine bu sorunun cevabını arıyoruz. Yani geleneksek tiyatromuz bugün olsaydı nasıl bir şey olurdu. Ona cevap arıyoruz.
TUĞBA AKTAY