Doğrusunu isterseniz Ağustos ayı büyük Türk Milleti için gerçekten çok özel bir aydır. O sebeple bu ay için ZAFERLER AYI benzetmesi yapılmıştır. Malazgirt Zaferi de milletimiz için en önemli dönüm noktalarından birisidir…
Son dönemde 30 Ağustos denildiğinde hep aklıma Turgut Özakman’ın “Çılgın Türkler” kitabı gelir. Çanakkale denildiğinde Mehmet Niyazi’nin “Çanakkale Mahşeri” kitabı ne kadar değerliyse “Çılgın Türkler” kitabı da benim için bir o kadar anlamlıdır. 2005 yılında yayınlanan “Çılgın Türkler” kitabının bendeki anlamı biraz daha farklıdır. Kitabın çok popüler olduğu dönemlerde bir akşam Rahmetli babamı telefonla aradım. Amacım babam ile biraz hal hatır etmek onun çocuklar ile konuşmasını sağlayıp biraz keyfini yükseltmekti. Telefonda biraz hoş beş ettikten sonra kızım Hatice ve diğer çocuklarımla biraz konuşup hasbihal etti. Tam telefonu kapatacakken, bana, “Kitabı okudun mu?” sorusunu yöneltti. Onun bu sorusu üzerine çok şaşırdım. “Hangi kitabı?” diye cevap versem biliyorum ki bir ton azar yiyeceğim. “Sen okudun mu baba?” diyebildim ve kendimce düşünme payı bıraktım. Sonra bana, “Çok ayıp sen toplumun önündeki insanlardan birisin. Nasıl bu kitabı okumazsın?” diyeceğini düşündüm. Dedim ki “Daha fırsatım olmadı!” Sonra kendisine sordum, “Kitapta neler var?” Söyledikleri bir hayli ilginçti. “Kitap roman havasında yazılmış bazı anekdotlar ile süslenmiş ama akıcı bir üslubu var. Dikkatimi çeken iki üç nokta oldu” diye konuştu.
Kendi kendime utandım. Ertesi gün sabah erkenden kalkıp 75.Yıl Mahallesi’nden otobüse binip Kızılay’da indikten sonra doğruca Sakarya Caddesine yöneldim. Zira o günlerde biraz ekonomik sıkışıklık yaşadığım için amacım Sakarya Caddesi’nde yıllarca faaliyet gösteren rahmetli Muhittin Beyazıt ağabeyin “Al götür, oku getir” mottosuyla çalışan “KİTAPBANK” ına kapağı atıp en azından orada bulunan kitaplardan edinip kitabı okumaktı. Muhittin ağabey o tarihlerde vefat etmişti. Sordum soruşturdum, kızının birkaç yüz metre ötede bu işi yapmaya devam ettiğini öğrendim. Ve gidip kitabı edindim. Birkaç günde otobüste gidip gelirken kitabı bitirdim. Kitabın özeti üç farklı anekdot üzerine kuruluydu. Birincisi Tekalif-i Milliye emirleri(*) gereği halka yapılan çağrıdan sonra Emirdağ’da bulunan biraz da meczup olduğu söylenen Kasım’ın ayağındaki yün çorapları yıkadıktan sonra Kaymakamlığa gidip, “Mustafa Kemal’in askerlerinden birine versinler” deyip çıplak ayakla dönüp gitmesi bir milletin fedakarlığını ortaya koyması bakımından çok önemliydi. Benzeri bir olay Halide Edip’in Ankara’da kadınlar ile yaptığı toplantıdan sonra yaşanır. Gözleri az gören ve geçimini çamaşır yıkayarak sağlayan yaşlı bir kadının çok duygulanıp, “Beni Halide hanıma götürün” dedikten sonra koynundan çıkardığı mendile sarılı bir Osmanlı Gaymesi’ni Halide Hanım’a teslim ederken, “Evladım bu benim ölümlük dirimlik biriktirebildiğim tek varlığım. Ama bu para Mehmetçiğe ve Mustafa Kemal’e anasının ak sütü gibi helal olsun” demesi de bir başka duruşu ortaya koyar. Ve son olarak Büyük Taarruz başladıktan sonra henüz Dumlupınar’da çatışmalar sürerken ara sıra boş kalan mevzilerden düşmana ateş eden saka eri İsa’nın cephe gerisinde komutana, “Komutanım sabaha İzmir’e varır mıyız?” sorusu bir milletin özgürlüğüne ve inancına dair en kuvvetli işarettir. Elbette bütün zaferlerimiz kıymetlidir ama 30 Ağustos bir başka… Hiçbir Zaferimiz bir diğerinden daha az değerli değildir. Çünkü bu Zaferler millet olarak varoluşumuzu perçinleyen tarihin yazıldığı anlardır
(*)TEKALİF-İ MİLLİYE EMİRLERİ NELERDİR?
Her ilçede bir tane Tekâlif-i Milliye Komisyonu kurulacak. Halk, elindeki silah ve cephaneyi 3 gün içinde orduya teslim edecek. Her aile bir askeri giydirecek. Yiyecek ve giyecek maddelerinin %40'ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.